Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Milan Kundera, Anatole France'ın Fransız devrimi sırasında geçen ve unutulmuş romanı Tanrılar Susamışlardı hakkında yazdığı bir denemesinde Fransız okurlar için kitabın bir açmazı olduğunu, okurların onu tarihsel bir roman ya da Tarihin basit bir tasviri gibi görme eğilimi taşıdıklarını belirtir: "Fransız okurun karşı koyamayacağı bir
Sayfa 215 - 2015 Baskısına SonsözKitabı okudu
Pont evin'e göre, günümüz politikacılarının ta­ mamı biraz dansçıdır ve bütün dansçılar da politi­ kaya sokarlar burunlarım, ama bu gene de onları birbirine karıştırmaya yöneltmemeli bizi. Bir dans­ çıyı sıradan bir politikacıdan şu bakımdan ayırabili­ riz: İktidarın değil ünün peşindedir dansçı; şu ya da bu toplumsal düzeni dünyaya zorla benimsetme­ ye kalkışmaz (umurunda bile değildir böyle bir şey) ama kendi ben'ini ünlendirmek için sahnede kalmayı arzular
Reklam
240 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
8 günde okudu
Otostop Oyunu
Henüz kitabı okuma seruvenim bitmemis olsa da ikinciye okuduğum bu kitapta en can alıcı olduğunu düşündüğüm hikayeyi bitirdikten hemen sonra ufak bir inceleme yazmak istedim. "Otostop Oyunu." Yıllar önce okumuş olmama rağmen belki yaşım belki o anki olgunluğum gereği bu hikayeyi son okuduğum zaman olduğu kadar derinden
Gülünesi Aşklar
Gülünesi AşklarMilan Kundera · Can Yayınları · 2018963 okunma
256 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
7 günde okudu
Güneşe Bakmak Ölümle Yüzleşmek
Sohbet buraya geldiğinde, başka konuşalacak şey mi kalmadı, içim daraldı kapatın konuyu lütfen, gibi cümleler duyardım zaman zaman. Büyük ihtimalle sizler de. Ölüm bilinci, maalesef sevdiğiniz birinin kaybıyla insanda gerçek bir yer ediyor. Benim bu konulara yönelmemdeki sebep biraz da insanların tepkileriyle bu konuya pandoranın kutusu gibi
Güneşe Bakmak Ölümle Yüzleşmek
Güneşe Bakmak Ölümle YüzleşmekIrvin D. Yalom · Pegasus Yayınları · 20172,186 okunma
Robert Musil'in çağdaşları, kitaplarından çok onun zekâsına hayrandılar; bu çağdaşlara göre, Musil roman değil deneme yazmalıydı. Bu görüşü çürütmek için, olumsuz bir kanıt yeterlidir: Musil'in denemelerini okumak: Ağırdır, can sıkıcıdır bu denemeler, çekicilikleri yoktur. Çünkü Musil yalnızca romanlarında büyük bir düşünürdür. Düşüncesinin, somut kişilerin somut durumlarından beslenmeye gereksinimi vardır; kısacası, felsefi değil, romansal düşüncedir onun düşüncesi. Fielding'in Tom Jones'unun on sekiz kısmının her birinci bölümü kısa bir denemedir. XVIII. yüzyılda, bu kitabın ilk çevirmenleri, Fransızların beğenisine uygun olmadıklarını ileri sürerek bunların tümünü atladılar. Turgenyev, Savaş ve Barış'ta, tarih felsefesini ele alan denemesel bölümler için Tolstoy'u eleştiriyordu. Tolstoy kendisinden kuşkulanmaya başladı ve bu önerilerin baskısı altında, bu bölümleri romanın üçüncü basımına almadı. Bereket versin, daha sonra, hepsini kitaptaki yerlerine koydu. Bir romansal diyalog ve bir romansal eylem olduğu gibi bir romansal düşünce de vardır. Savaş ve Barış'taki uzun düşünceler, romanın dışında, örneğin bir bilimsel dergide düşünülemez. Hiç kuşkusuz, kasıtlı olarak naifleşmiş karşılaştırmalar ve eğretilemelerle dolu olan dil nedeniyle: Ama, özellikle, tarihten söz eden Tolstoy, bir tarihçinin yapabileceği gibi, olayların doğru betimlenmesiyle, bunların toplumsal, siyasal, kültürel sonuçlarıyla, şunun ya da bunun, vb., rolünün gelişmesiyle ilgilenmediği için; Tolstoy, tarihle, insan varlığının yeni boyutu olarak ilgilenir.
Varoluşun filozofları gündelik dilde kullanılan sözcüklere felsefî bir anlam giydirmeyi severlerdi. Heidegger'in verdiği anlamları düşünmeksizin boğuntu (angoisse) ya da gevezelik sözcüklerini ağzıma almam olanaksız. Romancılar bu konuda filozoflardan daha önce gelirler. Kahramanlarının durumlarını inceleyen romancılar, çoğu zaman, bir kavram
Reklam
Tolstoy'da, insan, değişim gücüne, düşlemine ve zekâsına sahip olduğu oranda daha çok kendisidir, daha çok bireydir. Buna karşılık, Lenin'e, Avrupa'ya, vb., karşı tutum değiştirdiklerini gördüğüm kişiler, birey olmayışlarında ortaya çıkıyorlar, kendilerini ele veriyorlar. Bu değişim ne onların yaratışıdır, ne buluşlarıdır, ne kaprisleridir, ne sürprizleridir, ne düşünceleridir, ne de delilikleridir; şiirsizdir bu değişim; değişen tarih anlayışına göre çok nesirsel bir hiza ve istikamete bakıştır; bir konum ayarlamasından başka bir şey değildir. Bu nedenle onlar bunun farkına bile varmıyorlar; sonuçta, hep aynı kişiler olarak kalıyorlar: Her zaman gerçeğin içindeler, içinde bulundukları çevrede ne düşünülmesi gerekiyorsa onu düşünüyorlar; kendi benlerindeki herhangi bir öze yaklaşmak için değil, ama başkalarıyla karışmak için değişiyorlar; değişim onların değişmeden kalmalarını sağlıyor.
'Düşünüyorum'. Nietzsche, her fiilin bir öznesi olmasını zorunlu kılan bir dilbilgisi kuralının benimsettiği bu olumlamadan kuşkulanıyor. Gerçekten, şöyle diyor: “Bir düşünce, 'o' ('kendisi') istediği zaman gelir, öyle ki 'düşünüyor' fiilinin belirteninin ‘ben' öznesi olduğunu söylemek olguları
Bir tuzak haline dönüşmüş dünyada insanın olanak­ları nelerdir? Buna yanıt verebilmek için dünyanın ne olduğu ko­nusunda belli bir fikre sahip olmamız gerekir. Varo­luşsal bir varsayım olması gerekir elimizde. Kafka'ya göre dünya bürokratlaşmış bir evrendir. Büro öteki toplumsal olgular gibi bir olgu olarak değil dünyanın özü olarak ele alınır. Anlaşılmaz Kafka ve popüler Hasek arasındaki benzerlik ( ilginç, beklenmedik benzerlik) buradadır. Hasek orduyu bir gerçekçi, bir toplum eleştirmeni gözüyle, Avusturya - Macaristan toplumunun bir ortamı gibi değil, dünyanın modern bir versiyonu olarak betimler. Kafka'nın adaleti gibi Hasek'in ordusu da bürokratlaşmış uçsuz bucaksız bir kurumdur. Bu ku­rum, eski askeri erdemierin (cesaret, kurnazlık, bece­ri) artık hiçbir işe yaramadığı yönetim ağırlıklı bir kurumdur. Hasek'in asker bürokratları budaladır; Kafka'nın bürokratlarının bilgiççe ve saçma mantıkları da sağduyudan yoksundur. Kafka'da bir gizem kabuğundan aralanmış buda­lalık, metafizik bir parabol havasına bürünür. İnsanın gözünü korkutur. Joseph K, davranışlarıyla, anlaşıl­maz sözleriyle her şeye karşın bir anlamı çözmeye çalışacaktır. Çünkü ölüme mahkum olmak çok kor­kunç bir şeyse de bir hiç uğruna, anlamsızlığın kurba­nı gibi mahkum olmak da bütünüyle katlanılmaz bir durumdur. Dolayısıyla K suçluluguna razı olacak ve hatasını arayacaktır.
Sık sık modern romanın kutsal üçlüsünden söz edilir: Proust, Joyce, Kafka. Oysa bana göre böyle bir üçlü yoktur. Benim kendi roman tarihimde, yeni yönelimi, Proust sonrası yönelimi başlatan Kafka olmuştur. Kafka’nın “ben”i algılayış tarzı tamamen beklenmediktir. K. nasıl ve neyle tek ve eşsiz bir varlık olarak tanımlanıyor? Ne fizik görünümüyle (tanınmıyor), ne yaşamöyküsüyle (bilinmiyor), ne adıyla (yok), ne anılarıyla, ne eğilim­leriyle, ne kompleksleriyle. Tutumuyla mı? Hayır, çünkü eylem alanı acı biçimde sınırlanmıştır. İçinden geçirdiği düşünceleriyle mi? Evet. Kafka durup dinlenmeden K.nın düşüncelerini izler ama bunlar özel­likle o andaki duruma yöneliktir: Ne yapması gerekir o anda? Sorgulamaya gitmeli mi, kaçmalı mı? Papazın çağrısına boyun eğmeli mi eğmemeli mi? K.nın tüm iç yaşamına tuzağa düşürüldüğü durum egemendir ve bu durumu aşabileceği şeylerden (K.nın anıları, me­tafizik düşünceleri, başkalan üzerine düşünceleri) hiçbiri açıklanmamıştır hize. Proust için insanın iç dünyası bir mucize, bizi durmadan şaşırtan bir son­suzluktur. Ama Kafka'nın şaşırtıcılığı burada değil­dir. İnsanın tutum ve davranışlarını belirleyen iç gü­dülerin neler olduğunu sorar kendi kendine. Temel­den farklı bir soru sorar: Ezici dış belirleyicilerin, iç hareket ettiricileri ortadan kaldırdığı bir dünyada in­sanın elinde kalan olanaklar nedir? Gerçekten de, eşcinsel itkileri ya da arkasında acıklı bir aşk öyküsü olsaydı, K.nın tutum ve yazgısında bu ne gibi bir değişiklik yapabilecekti? Hiç.
Reklam
Romanın eğilimi karmaşıklıkların eğilimidir. Her roman okuyucuya şunu söyler: "Olaylar sandığından çok daha karmaşık." Romanın bu evrensel doğrusu, sorudan önce gelen ve onu dışlayan basit ve çabuk yanıtların gürültüsü patırtısı içinde gitgide daha az duyulmaktadır. Zamanımızın anlayışına göre haklı olan ya Anna'dır ya da Karenin. Bize bilmenin zorlu­ğundan ve anlaşılamayan doğrudan sözeden yaşlı Cervantes'in bilgeliği ise can sıkıcı ve yararsız görülü­yor.
Yüzyılımızın büyük romancıları içinde belki de en az tanınanı Broch'tur. Nedenini anlamak o kadar zor değil bunun. Uyurgezerler'i henüz bitirmiştir ki, Hit­ler iktidarını ve Alman kültürünün yokoluşunu gö­rür. Beş yıl sonra Avusturya'yı terkederek Amerika' ya gider ve ölünceye kadar orada kalır. Bu koşullarda doğal çevresinden yoksun kalan ve olağan edebiyat yaşamından kopan yapıtı zamanında oynaması gere­ken rolü oynayamaz; çevresinde bir okuyucu, yandaş ve uzman topluluğu oluşturamaz, bir okul oluştura­maz ve başka yazarları etkileyemez. Musil ve Gomb­rowicz'in yapıtları gibi onun yapıtı da büyük bir gecikmeyle (ve yazarının ölümünden sonra) keşfedildi (yeniden keşfedildi). Keşfedenler de Broch'un kendi­si gibi yeni biçim tutkunları, bir başka deyişle "modernizm" yanlılarıydı. Ama onların modernizmi Broch'unkine benzemiyordu. Erken ya da geç gelmiş olması değildi bunun nedeni; Broch'un modernizmi kökleriyle, modern dünya karşısındaki tutumuyla, estetiğiyle farklıydı. Bu fark belli bir güçlük doğurdu: Broch (Musil gibi, Gombrowicz gibi) büyük bir yeni­likçi gibi ortaya çıktı ama yenilikçiliği modernizmin yaygın ve geleneksel imajına uygun değildi (çünkü bu yüzyılın ikinci yarısında belli kurallara bağlanmış modernizmle birlikte neredeyse resmi diyebileceği­miz bir üniversite modernizmini de göz önünde bu­lundurmak gerekir). Bu resmi modernizm sözgelimi romanesk biçimin ortadan kaldırılmasını ister. Broch'a göre ise romanesk biçimin olanakları tükenmez.
Broch, “Yalnızca romanın keşfedebileceğinin" peşindedir. Ama bilir ki, klasik biçim (özellikle bir kahramanın serüvenine dayalı olan ve bu serüvenin basit anlatımını yeterli bulan biçim) romanı sınırlar ve bilimsel yeteneklerini azal­tır. Yine bilir ki romanın olağanüstü bir bütünleşme yeteneği de vardır: Şiir ya da felsefe romanla bütün­leşemez ama roman özellikle öteki türleri de kucak­lama, felsefi ve bilimsel bilgileri özümleme olarak belirlenen kimliginden hemen hiçbir şey yitirmeden (Rabelais ve Cervantes'i anımsamak yeterlidir) şiir ve felsefeyle bütünleşebilir. Broch'a göre "çoktarihsel"in anlamı şudur: "Yalnızca romanın keşfedebilecegi şe­yi", insan varlığını aydınlatmak için bütün zihinsel olanakları ve şiirsel biçimleri seferber etmek. Bu do­ğaldır ki roman biçiminde derinlemesine bir dönüşü­mü gerektirecektir.
“Seçmediğimiz bir şeye kendi erdemimiz ya da başarısızlığımız gözüyle bakamayız. Sabina, seçmediği yazgısına karşı en doğru tavrı almak gerektiğine inanırdı. Kadın olarak doğmaya isyan etmek ona göre bundan gurur duymak kadar aptalca bir şeydi.”
162 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.