air bütün öteki sanatlara da bir şekilde bağlıydı. Divanını yazıp bitirdikten sonra hattata veriyordu. Büyük çapta bir tekke mensubu olan o hattat ı divandan ta’lik hattın son kıvraklığıyla bir sanat eseri daha yaratıyordu. Mücellid deriden, sahtiyandan temasın hazzına daha misal gösteriyordu, müzehhib gözleri arapkari çizginin oyunlarıyla zevkiyle bir kere daha kamaştırıyordu. Sufi şairin divanındaki sözleri bestekar birer makamdan besteliyor, Rumeli ve Anadolu tekerini cûş u hurûşa getiriyordu. Naatleri naathan mevlidlerle okurken, bütün bir ümmet zevkinden “Allah” ve “Ya Muhamed” nidasıyla kubbeleri inletiyordu. Sufi şaire mimar, camilerin, mescidlerin, tekkelerin, dergahların, medreselerin, türbelerin, çeşmelerin cephelerinde bir yer arıyordu, taşçı taşını kesiyor, hattat kitabeyi yazıyor, hakkak oyuyurdu. Şair bütün dini ve milli hayatın bir şahidi mevkiinde idi. Peygamberlerden velilere kadar bütün şahsiyetleri şiirleriyle yaşatıyordu. Nef’i diyor ki Sultan Süleyman’ın nâmını haşre dek yaşatan Bakî’nin sözündeki âb-ı hayattır. Hz. Muhammed (S.A.V)’in hakikatini, mi’racını, Hz. Hüseyin’in trajik şehadetini, Hallac-ı Mansur’un dara çekilişini, Seyyid Nesimî’nin ten libasından soyuluşunu, Mecnûn’un aşkını, Zünnun’un cezbesini yaşatan da hep o şairin şiiri idi. Hasılı şair bütün sanatlara, bütün hayata böyle bağlarla bağlı ve o cemiyetin timsali idi.