Ey ölüm! Sen yaşamın kederini, gamını azaltıp, onun ağır yükünü omuzlardan alırsın. Kara talihliye, avareye huzur ve rirsin. Umutsuzluk ve matemin ilacısın. Kurutursun gözlerde ki yaşı Fırtınalı bir geceden sonra çocuğunu kucağına alıp okşayan ve uyutan müşfik bir anne gibisin. Sen insanları yoldan çıkaran, korkunç girdaplara düşüren acımasız ve yırtıcı yaşam değilsin. Sensin insanoğlunun alçaklığına, bayağılığına, bencilliğine, açgözlülüğüne ve hırsına gülüp geçen ve onun yakışık almaz işlerinin üstüne bir perde çeken. Senin zehir gibi acı şarabını tatmayacak biri var mı? İnsan korkunçlaştırmış senin yüzünü; kaçar olmuş senden. Nurlu meleği öfkeli şeytan bellemiş. Neden korkar ki senden? Neden iftira atar sana? Sen pırıl pin bir işıksın, ama karanlık sanıyor seni. Mutluluğun kutsal meleğisin, ama eşiğinde ağit tutuyor. Matem elçisi değilsin; sen solgun yüreklerin dermanısın. Umutsuzların yüzüne umut kapısını açarsın. Hayat kervanında yorgun düşenleri konuk eder, yol yorgunluğundan kurtarırsın. Sözün kısası övgüye layıksın, ebedi hayatsın sen...
Basit dille yazılmış çok ince bir kitap olduğu için okurken sıkmadı beni, fakat zevkle okuduğumu söyleyemem. Daha önce rastlamadığım bir konuyu ele alan yazarın, kitabın ilk yarısında midemi bulandıracak kadar çirkin bir tema seçtiğini düşündüm. İlerledikçe durumun o kadar vahim olmadığını fark etsem de kitaptan çok hoşlanmadım, rahatsız edici yerleri vardı. Marquez'i ilk kez okudum ve yazara karşı önyargı besliyorum artık. Nobel ödüllü olduğu için, 'belki de ben verilmek istenen mesajı alamadım' diye düşünüyorum. Sanırım kendimi ana karakter yerine küçük kızın yerine koydum, yine de mutluluğun yaşı olmadığını anlatmak isteyen farklı ve kimine göre güzel bir eser olmuş.
Bir uçurum kenarı korkusu bu bendeki.
Maviliğin ortasında yalnız bir ada,
Bir kırlangıç çığlığına saklanan o en dokunaklı nota.
Her kederden bir parça tutunmuş bende.
Geride bırakılmış her mutluluğun,