"Bilecik hangi bölgede biliyor musun?"
"Marmara" dedim hiç düşünmeden.
"Değil."
"Nasıl değil? İç Anadolu mu?"
"Hem öyle hem değil" dedi bilmiş bilmiş. Kim bilir kaç okul okudun, ama bak bir şehrin yerini bilmiyorsun. Hem de yaşadığın kente komşu bir şehrin, der gibiydi. Belki de öyle bir şey dediği yoktu, sadece korkulu rüyalar gören birini azıcık rahatlatmak istiyordu. Konuşkan bir insan değildi. Konuştuğunda da bunu kendisi için değil, sizin için yaptığını hissediyordunuz bir şekilde. Gecenin bir yarısı bana coğrafya dersi vermeye kalkmasının da yine benimle ilgili bir sebebi olduğuna inandım.
"Bu Bilecik var ya, toprağının her parçasını başka bir bölgeye bırakmış. Bir parçası Marmara'da, bir parçası İç Anadolu'da, bir parçası Karadeniz'de, bir parçası Ege'de. Dört bölgede birden toprağı olan tek şehir."
"Peki aslında hangi bölgede?" diye soracak oldum aptal bir çocuk gibi. O da söylediklerinin ne kadar derinime nüfuz edebileceğinden bihaber cevapladı:
"Hem hepsinde birden hem hiçbirinde. Sen nerede istersen orada."
Bir şehir olsam, muhakkak Bilecik olurdum demek ki. O kadar dağınık, o kadar yersiz yurtsuz. Oysa iyi ya da kötü bir yerde olmak, herkes gibi olmak, ne kadar kolaylaştırıyor hayatlarımızı diye düşündüm. Ve garip bir şekilde üzüldüm Bilecik'in bu arada kalmışlığına...