Biz kadınız, bilmeden seviyoruz bu kedileri...
Seviyoruz, bir sevilme içgüdüsüyle...
Bu bizim yüzümüzde ufacık çizgiler oluyor —acaba!
Evet, çok değil, konuşurken düzeltiyoruz.
Orayı burayı topluyoruz, yeriyse çocuklarımızı öpüyoruz...
Ama biliyorsunuz ki gene de
Hepimiz, işte hepimiz
Bitmenin, tükenmenin yorgunluğu içinde.
Gözler mi? tavana
‘Sırlarımı söyledim dağlara dumanlara. Ben yazarken ağladım,okurken sende ağla. . . ‘
Böyle başlamış kitaba Sevgili @serminyasarofficial .
19 öyküden oluşuyor kitap. Her biri öyle güzel işlenmiş ki kalemine her seferinde hayran kalmamak mümkün değil.
Okurken ‘neler var be hayatta dedirtti.’ En sevdiğim hikayede “Hiç” oldu. Birde Fehime hala’nın çocuk yaşta kaçırılırken geride bıraktığı ayakkabısının tekini,döndüğünde baba evinin duvarında asılı halde görmesiyle hem kendini bulup,hem kendini kaybetmesiyle beni de mahvetti. Yüreğimi parça parça etti.
Son olarak da kitabın sonu Şermin Yaşar’ın rahmetli eşine hitaben yazdığı ‘Geçtiğimiz Kırk Gün’ hikayesi ile bitiriyor. Sizede o hikayeden kısa bir alıntı bırakıyorum.
Keyifli Okumalar
“… geçtiğimiz kırk gün,her gün bana aynı yaşanı söylediler. Dediler ki sevdiğin ölünce kırk mum yanar,her gün biri söner. Kırkıncı gün hepsi söner,biri bekler. O tek mum enediyen yanar,acını o tek mum tutar. Ben buna inandım. Hayalimde otuz dokuz mum söndürdüm her gece üfleyerek,içimde ki cılız nefeslerle. Göğsümde kü sızı hafifler,kalbim tekrar toplanır,ciğerime derin bir nefes girer diye kırk gün bekledim. Sabah uyandım,kendimi yokladım. Öğlen tekrar baktım. Kırkıncı ikindiyi beklerken,kırkikindi yağmurları boşandı gözlerimden. Gecesini bekledim ve de gece yarısını. Hiçbir şey olmadı. Yalanınız batsın dedim. İçimde tek mum kalacaktı hani; peki bu ne,bu yürekte ki bin dönümlük orman yangını?”
Bu boğucu, iç karartia havanın, yaşamın avuntusu çiydir.
Şair, kendinin ar- dındadır, kendine varamamanın, kendine yalan söylemek zo runda oluşunun acısıyla, kendinin, kendisiyle aradığı hakikatin ardındadır. Hakikatin ardında, onunla sevişmek, onunla evlen- mek için. Ulaşamayacağını bile bile arayan: Delidir şair. Işıltılı. parlak, renkli
Anne babası tarafından masal okutularak uyutulan veya büyütülen bir çocuk olmamama rağmen ilkokul öğretmenim vesilesiyle dünya edebiyatında yer edinmiş, kült sayılan bütün masalları okumuş olabilirim. Bu kitabı okurken aradan bu kadar zaman geçmiş olmasına rağmen detayları anımsarken hep gülümsedim. O zaman idrak edemediğim şeyleri şimdi düşündüm
Narkissos’un kendi güzelliğini her gün bir gölün sularında seyretmeye giden bu yakışıklı delikanlının efsanesini biliyordu Simyacı. Bu delikanlı kendi görüntüsüne öylesine vurgunmuş ki, günün birinde göle düşüp boğulmuş. Onun göle düşüp boğulduğu yerde de bir çiçek açmış, bu çiçeğe nergis adı verilmiş.
Ama kendi yazdığı öyküyü böyle bitirmiyordu Oscar Wilde.
Tatlı su gölünün kıyısına gelen orman tanrıçaları Oreas’ların onu bir acı gözyaşı kavanozuna dönüşmüş olarak bulduklarını yazıyordu Oscar Wilde.
Neden ağlıyorsun? diye sormuş Oreas’lar.
Narkissos için ağlıyorum, diye yanıtlamış göl.
Ne var bunda şaşılacak, demiş bunun üzerine orman tanrıçaları. Bizler ormanlarda boşu boşuna onun peşinde dolaşır dururduk, ama onun güzelliğini yalnızca sen görebilirdin yakından.
Narkissos yakışıklı bir genç miydi? diye sormuş göl.
Bunu senden daha iyi kim bilebilir ki? diye karşılık verdi iyice şaşıran Oreas’lar. Her gün senin kıyılarına gelp sularına bakıyordu!
Göl bir süre sessiz kalmış. Sonra şöyle konuşmuş:
Narkissos için ağlıyorum, ama onun yakışıklı olduğunu hiç fark etmemiştim ben. Narkissos için ağlıyorum, çünkü sularıma eğildiği zaman, gözlerinin derinliklerinde kendi güzelliğimin yansımasını görebiliyordum.
İşte çok güzel bir hikaye, dedi simyacı.
Geçtiğimiz senelerde Jane Eyre ve Uğultulu Tepeler’i okumam vesilesiyle Charlotte Brontë ve Emily Brontë ile tanışma şerefine erişmiştim. Mükemmel eserleri hâlâ hafızamda, bazı detayları eksik haliyle tabii. Kardeşleri Anne Brontë ile de henüz tanışabildim. Fakat ablaları kadar okunmaması beni çok şaşırttı öncelikle. Çünkü şu an kitaplığımda
Hüseyin, ah canım Hüseyin. Kendimden bir parça, babamdan, kardeşimden, annemden birer parça gördüğüm Hüseyin… seninle tanıştığım için çok mutlu oldum.
Hüseyin bir kızı bir oğlu olan, kendi rutinine her gün hiç sapmadan bağlı kalan, işini doğru yapan ve kendisini sorumluluklarından bir adım sonrasına koyam bir aile babası. O bu rutininden,
Son zamanların oldukça popüler olan yazarından okuduğum ikinci kitaptı. Hizmetçi'yi okuyup yazarın akıcı anlatımını sevdiğim için "okuyamama dönemlerinde işime yarar" diyerek aklıma yazmıştım.
Sakın Yalan Söyleme kitabına youtubeda izlediğim yabancı bir kızda denk geldim. Dilimize çevrildiğini fark edince de hemen şans vermek
KENDİNİZLE GÜNCELLEYİN!
Genellikle bilinç düzeyi yüksek fertler olarak, yaşam kalitemizi arttırmak ve milyarlarca yıllık evrendeki kısacık ömrümüzde daha verimli bir zaman geçirmek için kişisel gelişimimize önem veriyoruz. Bize günlük hayatımızda faydası olabilecek, olay ve olgulara daha mantıklı tepkiler verebilmemizi sağlayacak düşünce, inanç,
Herkese merhaba.Yine nasıl başlasam bilemiyorum.Bir grup arkadaşın birbirlerine verdikleri söz üzerine handaki buluşmasının asa taşıyan bir kadının bölmesiyle birlikte çıktıkları maceradaki olayları okuyoruz.Böyle bakınca konu güzel gibi dursa da yazılma tarzı için aynı şeyi diyemeyeceğim.Kitabın kurgusunu yazarların içinde bulunduğu bir oyundan
“senin avuçlarındaki her dikiş benim tenimde bir iz, lina.” #BazıİnsanlarBöyleYaşar
merhabaa ikinci kitabın yorumuyla geldim!
şunu söylemeliyim ki ilk kitaba göre çok daha beğendim. ilk kitap daha çok giriş temalıydı ama bu kitap… ortaya çıkan gerçekler, aral ve lina’nın birbirlerine daha çok yakınlaşması beni bayılttı.
ilk kitap daha kasvet doluydu. lina’nın psikolojik sorunları daha baskındı. ama bu kitapta lina’nın da artık aileye katıldığını ve yavaştan iyileştiğini okuduk. kitapta ki chat sahnelerini ve özellikle lina’nın sarhoş olduğu sahneleri keyifle okudum. normalde kız karakterin sarhoş olup ölümüne saçmalama sahnelerinde cringe komasına girerim ama lina’nın ki neyse ki cringe’likten epey uzaktı.
şahin - kürşat sahneleri yine keyifliydi ama çakırca kardeşlerle lina’nın daha içli dışlı samimi olmasını beklerdim.
kitapta inanılmaz detaylar öğrendik. lina’nın babasının kısmen ne olduğu ve aral’la bağlantılarını. lina’nın ve aral’ın aslında geçmişleri olduğunu… ve ah, aral çakırca
mafya, dağ ayısı, orman kaçkını, ataerkil, “sen benimsin” diyince kendini havalı sanan mağara adamlarından hallice karakterlerden sonra geldin gözümüzü gönlümüzü açtın. Ne güzel seviyorsun sen öyle, mis gibi adamsın
bir çok şey öğrenmemize rağmen hala öğrenilmeyen ve merak ettiğim bir sürüüü nokta var. heyecan ve aksiyon asla durulmuyor, kitabın akıcılığı hiç bozulmadı. okurken de asla sıkıldığımı hatırlamıyorum.
seriyi kesinlikle öneriyorum arkadaşlar, kesinliklee🩶
Gel bir ateş yakalım hasretin tam ortasına,
Gel bir dilek tutalım mutluluk hatırasına,
Sen ki :
Geç gelmiş bütün mutlukların ortak temsili,
Ben ki
Senden gelen ne varsa amenna demenin diğer sesi
Dur bak gözlerime bir resim karesinde,
Ben kimseye bakmadım böylesine....
Böylesine büyülü, böylesine sevgi dolu
Ve ben görmedim yüreğinden daha güzel
Yalınlıktan ve dinginlikten yoksunuz. Karatavuk ise güzel dişisine serenat yapmaya gidip gitmemek için uç saat kafa patlatmaz, hemen gider. Hoşa gitsin gitmesin, hiçbiri "ya işe yaramazsa" diye bunu devlet meselesi haline getiriyormuş gibi görünmez. Ne uzun vadeli stratejiler geliştirirler ne de sonu gelmez akıl yürütmeler içinde kaybolurlar. Kuşlar kuşkusuz kuşku nedir bilmez ya da bu hissi çok az tanırlar.
Aşk konusunda acaba kuşlardan mu ilham almalıyız? Bazı kişiler, buz kesen kış aylarında uyumak için kalbini durdurabilen orman kurbağasına benzer. Hüsrana uğrayan bir aşkın ardından sevmeyi bırakır, yeniden acı çekme korkusuyla artık bağlanmak istemezler. Oysa kuşların kalbi, asla atmaktan vazgeçmez.