Ben oturup ağlamadım diye, konuşmayıp yazdım.
Üstüm kumla kapatıldığı an bağırmadım diye,
Ellerim omuzlarını itmedi, küfretmedim, bir kez olsun kimseye dürüst bir söz vermedim diye,
Yok sayıldım
Göz ardı edildim
Ben, ben yaptım diye oldu.
Ne soruların ardı geldi, ne kavgaların devamı
Bir kez olsun yumruk atacaktım sahi mi diye tekrar
Vâreden’in adıyla insanlığa inen Nûr
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
Rahmet vadilerinden boşanır âb-ı hayat
En müstesna doğuşa hâmiledir kâinat
Ne güzel bir giriş, dünyaya ne güzel bir geliş... Toprağı kirlerinden arındıran o Yağmur için, rahmet vadilerinin
‘Ah’lar Ağacı
1-
Bir ilaç içsem bari diye düşündüm,
Biraz kolonya sürünsem,
Ferahlasam, pencereyi açsam.
Şöyle bir şey yazdım sonra:
Yağmur, çamurlu bir elbise dikiyor şehre
Sıkılıyoruz hepimiz bu çamurlu giysinin içinde.
"Bence bunu tekrar gözden geçirip revize etmeliyiz. Ayrı
ca hala günlerden cuma, yani hafta sonu tam da başlamış sayılmaz."
"Eva ... "
"Sadece düşüncesi bile tahrik ediyor beni" diye fısıldadım ve bacaklarımı üst bacağına dolayıp kendimi ona sürterek nasıl ıslanmış olduğumu hissetmesini sağladım. Kendimi
Bacak aramda bir güvercin ölüsü var anne
Şimdi bütün gökyüzü benim olsa n'olur
Sıtmalı akşamlardan biriydi
Yürüyordum sabıkalı kaldırımlarda
İlkin arkamda gürültülü adımlar duydum
Korkacaktım vaktim olsaydı
Evimi kim bu kadar uzağa koymuştu ya da ben neden bu
kadar uzaklardaydım?
Yağmur çiseliyordu
Aylardan marttı
Günü sorma bana
Bu şiiri Tuğba Dursun'un enfes sesinden dinlemenizi tavsiye ederim.
YouTube ve Spotify linklerini bırakıyorum.
Spotify: open.spotify.com/episode/1DbK3Py...
YouTube: youtu.be/uuMws4PB01E?si=...
AH’LAR AĞACI
Bir ilaç içsem bari diye düşündüm,
Biraz kolonya
Suriye kadısı Ebû Saad el-Haraví, sarıksız, kafası matem İşareti olarak kazınmış bir halde, Abbasi Halifesi el-Müstazhir Billah'ın divan toplantısına bağıra çağıra dalıyor ve karşısındakilerin rütbelerini dikkate almaksızın şöyle haykırıyordu:
"Suriye'deki kardeşleriniz kılıçlara ve sırtlanlara yem olurken ve onların deve eğeri veya akbabanın midesinden başka oturacak yerleri yokken, siz çiçek gibi uçarı bir hayatın içinde, huzurlu bir güvenliğin gölgesinde uyuklamaya nasıl cesaret ediyorsunuz? Hiçbir şey olmuyormuş gibi nasıl rahat durabiliyorsunuz? Ne kadar çok kan döküldü! Ne kadar çok güzel kız, tatlı çehrelerini utançtan elleriyle örtmek zorunda kaldı! Yiğit Araplar hakarete alıştılar mı ve kahraman İranlılar şerefsizliği kabul mü ettiler?"
Bazı devlet adamları bizzat Bağdat'a gelip yardım isteseler de yazık ki elleri boş dönmüşlerdi. Bu serzenişler ve yardım istekleri sonuç vermemişti...
Ama yıllar sonra bıçak kemiğe dayanacak ve İslâm ümmeti dirayetli liderlerinin öncülüğü ile direniş hamlesini başlatacak ve bu direnişe paralel bir diriliş çabası ortaya koyacaktı...
İnsan Sarrafıyım!
Yeliz vapura binmemiş, meydanda adamın biriyle samimi bir şekilde tokalaşmıştı. Durduğum yerden adamı tam arkasından görebiliyordum. Boyuna bosuna, endamına bakıp adamı tanıyıp tanımadığımı, daha önce görüp görmediğimi çıkarmaya uğraşıyordum. Yeliz'in bu adamla vapura binip Kadıköyü'ne geçmesi pek şüpheli görünüyordu o
Kaç gece kan ter içinde uyandın?
Ya da kaç gece sabaha kadar uyuyamadın?
Kaç yüz bedene mezar oldu yüreğin?
Kaç acının izi kaldı yüzünde?
Kaç volkan kurudu yanaklarında?
Kaç sabah müjde ile uyanmak istedi içindeki çocuk.
Ve kaç sabah uyandığında oyun arkadaşlarını göremedi?
Ne kadar korkuyu taşıyabildi kalbin,
Kaç atışı kaldırabildi
Daha sonraları Halikarnas Balıkçısı diye anılan Cevat Şakir’i, çocukluğumda değil, ancak gençliğimde tanıdım. Çünkü ben doğmadan önce babasını öldürmüş, Cumhuriyet ilan edilip genel af çıkıncaya kadar Sinop hapishanesinde yatmış, sonra da siyasal bir suçtan ötürü Bodrum’a sürülmüştü. Ama daha sonraları Cevat’ı sık sık gördüm. Nisan 1966’da,
Bütün bu sohbetler, meyve soyup yemeler, çay içmeler, vakitlice yatmalar, lavanta kokan çarşaflar iyiydi, hoştu. Ama mutluluğu andırmıyordu. Bunların adına dense dense huzur denirdi. Kişiliksiz, sıradan bir huzur. Huzur böyle sıradanlaşınca bir değeri kalmıyordu.
.
Bu, razı olmaktı. Hayatın getirdiklerine razı olmak, onlarla oyalanmak, hatta bir