Filozofları okuyorum son günlerde. Gerçekten tuhaf, deli matrak, kumarbaz adamlar bunlar. Descartes çıkıp herkesin zırvaladığını, mutlak ve aşikâr gerçekliğin tek modelinin matematik olduğunu söylüyor. Mekanizm. Derken Hume nedensel bilginin geçerliliğini sorguluyor. Sonra Kierkegard, “Parmağımı varoluşa daldırıyorum-kokusu yok. Nerdeyim?” diye soruyor. Derken Sartre ve varoluşun anlamsız olduğu iddiası. Seviyorum bu adamları. Dünyayı sallıyorlar. Bu düşünceler başlarını ağrıtmadı mı? Ani bir kasvet kükremesi çıkmadı mı dişlerinin arasından? Böyle adamları sokakta karşılaştığım, kafelerde gördüğüm adamlarla kıyasladığımda fark o denli büyük ki içimde bir yer burkuluyor, bağırsaklarım düğümleniyor.
✍بسم هو
Ey Rabbimin evi Kabe!
Seni ilk göreceğim zaman kapatmıştım ya gözlerimi
Çünkü gözlerimden silip gafletle geçen günlerin izlerini
Tertemiz gözlerle seyre dalmalıydım seni...
Ne güzeldi seni seyran eylemek
Hüzünlü duvarına yaslanıpta ağlamak
Kalpten taşan bir muhabbetle
Semaya açılan elle
Lebbeyk Allah'ım diyen dille
Tavaf edip dönmek
Ondört asır öncesine yürümek...
Rasülüllah'ın 🌿ص🌿hüznüne dokunmak
Mekke sokaklarında Fâtıma olmak...
Şaşkın bir halde sormak kendine "nerdeyim ben nerde?"diye
Evet Rabbimin "beytim" dediği yerde
Rasülüllahın kokusu var sanki seherde
Dokunuşu duruyor sanki hacer-ül esvedde
Güneş başka doğar Kâbe'de
Aşk başka yaşanır Mekke'de...
🕋فزانی🕋