Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Nida

Nida
@nidanurrrr
Okuma günlüğüm. Kitap arşivim. Düşünce havuzum.
dünyanın kalbi
" -Dünyanın kalbi nasıldır? Bizimki gibi kırmızı mıdır? Zaten haritalarda mavimsi çizilen nehirler de damarları andırıyor. -Seni ürkütmeyecekse söyleyeyim. -Söyle haydi. -Bir ateş topudur! -Olduğu yerde durur mu? -Yanar. -Peki dumanı nereye çıkar? -Yanardağları düşünmedin mi hiç? -Yani eriyecek miyiz?
Reklam
"Hayatı her biçimiyle reddeceğimi biliyorum çünkü onun her dokusunda sadece ölümü görüyorum."
Ben de buna inanıyorum :D
"İyi bir insan olmaya devam edersem, günün birinde hayalimdeki piyanoya kavuşabileceğim," diye düşünürdü."

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Onu elde etmeliydi, sırf sahibi olmak için değil, yüreğinin dinginliği aşkına.
Koku...
"Grenouille bütün pazarı koklayarak görüyor dense yeriydi. Hem de, nice insanın gördüğünden daha kesin biçimde, çünkü ancak bitip kapandıktan sonra, bu nedenle de daha yüksek düzeyde algılıyordu: öz, esans olarak, geride kalmış bir şeyin, şimdiki zamanın bilinen susu busuyla, gürültüsü, gözalıcılığı, kanlı canlı insanlarının o iğrenç yan yanalığıyla gölgelenmeyen ruhu olarak." Buna benzer bir şeyler düşündüğüme eminim... Koku sanki geçmiş zaman.
Reklam
bana benziyor,
. Yaşamın kendisine hep sürüp giden bir kışlamadan başka bir şey vermediği, ağaçtaki o kene gibi. Dış dünyaya olabilecek en küçük yüzeyi göstermek için kurşuni gövdesini küre biçimine sokan, dışarıya bir şey sızdırmamak, kendinden bir damla ter bile yitirmemek için derisini dümdüz, kaskatı yapan küçük, çirkin kene. Kimse görmesin de ezmesin diye özellikle küçülen, gösterişsizleşen kene. Kendi içine toplaşıp ağacına çöreklenmiş, kör, sağır, dilsiz, yalnız havayı koklayan, yıllarca, fersah fersah öteden geçen, kendi gücüyle hiçbir zaman erişemeyeceği hayvanların kan kokusunu alan, yalnız bir kene. Kendini bırakıp düşebilirdi de. Ormanın örtüsüne düşüp minicik altı bacağıyla birkaç milimetre şu yana bu yana sürünüp yaprakların altında ölmeye yatabilirdi; yazık olmazdı keneye, Allah için olmazdı. Ama inatçı, dik kafalı, iğrenç kene, yapışır ağaca, yaşar ve bekler. Bekler ki, o en olmayacak rastlantı, kanı bir hayvan biçiminde doğruca ağacın altına sürüsün. İşte ancak o zaman bırakır çekingenliğini, düşer, geçirir tırnaklarını, ısırır, burgu gibi dalar yabancı ete...
Evet, her şey çürüyor, her şey... İnsanlar da çürümeyecekler mi? Eylülde sanki bahara özlem duyan mahzun bir tazelik, sanki üzerine çöken kışın, kendini yok etmek isteyen sonbaharın aksine sonsuza kadar kalma mücadelesi vardır. Fakat bunun için muhtaç olduğu şeylerden yoksun olduktan başka kendisinde de direnç kalmamış ve tabiat bunu anlamış gibi acı bir bezginlik ve düşünceyle, üzerine çöken yalnızlığın, matemin son acılığıyla düşünüyor sanki ne kadar uğraşırsa uğraşsın, ne kadar direnirse dirensin, kışın üstün geleceğini, artık her şeyin, her ümidin bittiğini, buna katlanmak gerektiğini anlamaktan doğan bir korku ile ağlıyor. Ne renk, ne koku... İşte yapraklar ölüyor... Rüzgâr insafsız, yağmur inatçı, her şey çürüyor. Oh, her şey çürüyor!.
Tekrar “Niçin yaptım, yarabbim?” diye inledi. Fakat artık buradan defolup gitmekten başka çaresi kalmamıştı. O zaman, burada, hatta dünkü hayatına hasret çeken, sefil ve düşkün, hazırlandı.
Necib, bu sessizlik arasında bu duman, bulut, su hücumunda birden kış içindeyim kuruntusu, kışa bir düşkünlük hissiyle titredi. Bu, uzun güneşli günleriyle, sıcak geceleri, göz kamaştıran çehresi, nefesi boğan sıcağıyla insanı artık bıktıran yazdan sonra, durgun ve tembelliğe eğilimli insanlığın huyuna pek uygun gelen, insanı köşe-bucağa, soba yanlarına sokulmak hissini veren soğuk, tembel kış fikri, uzun yağmurları, siyah gökyüzü, çamurlu sokakları ile akşamlara kadar evden çıkmaktan korkutan kış fikri onu sarhoş etti. Bu yağmur, uzun gevşemelerden sonra sanki sinirlerini rahatlatıyor, bu duygu kış arzusuyla karışarak onu sevindiriyordu.
(Enfal, 43)Sekine Tesellisi
... Düşman çok mu az mı? Bu sorunun cevabı algıya göre değişir. Allah az gösterirse azdır. İş kolay mı zor mu? Bu da algıya göre değişir. Bedir savaşında destek için üç bin melek gelmişti. Ayet-i kerimede bu desteğin anlamı şöyle açıklanıyor: "Allah bunu size ancak bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın ve rahatlasın diye yaptı." (Al-i İmran, 126). Ortam alabildiğine olumsuz, her şey aleyhte olduğu bir anda, insanı rahatlatacak olan şey musibetin sona ermesinden ziyade, kalbe sekine inmesidir. Sekine inmeye başladığında, musibet ne kadar büyük olursa olsun, Rabbin huzurunda olma duygusu, bir dalgakıran gibi bütün acı ve zorlukları etkisiz hale getirecektir. ~~~ "Güçlü olman seni mutlu etmeyebilir. Ama mutlu olman seni güçlendirecektir." - T. S. Eliot
Sayfa 301Kitabı okudu
Reklam
"Ve Suad’ın sesinde öyle acı bir esef hissetti ki, bundan içten içe zevk aldı, demek ikisi de, sade bir şeyi seviyorlardı. Ve o kadar seviyorlardı ki onunla dünyayı, dünyanın her şeyini, hatta onu, Süreyya’yı unutuyorlardı. O zaman sade ikisinin ruhu yalnız, kucak kucağa dolaşıyor, orada yalnız kalıyorlar, Süreyya bile oraya gelemiyordu. O zaman müziğe başka anlamlar yüklemeye başladı, ruhun tercümanı, kalplerin merhemi gibi gelmeye başladı. O bir dünya, bir sonsuzluk tutkusu oluyor ve orada Suad’la beraber olmak, bu geçici dünyada olmamışlarsa hiç olmazsa orada birleşmiş olmak onu sarhoş ve şaşkın ediyordu. "
"... Evet yaralı koyun, ayağındaki ağrıyı dindirecek otu, Allah'tan gelen ilham vasıtasıyla bilmektedir. Kedi, gözündeki sancının hangi gıdayla geçeceğini Allah'ın bildirmesiyle bilir; gider, onu bulur ve şifaya erer. ... O şifanın, o yaraya ulaşması için kainatın bütün sistemleri ortaklaşa hareket eder ve her şey çözüm için seferber olur. Bir böceğin hastalığına iyi gelebilecek bir bitki zaten onun yaşam alanında bulunmaktadır. O bitkinin hayatta kalabilmesi için şu anki kainatta her ne varsa ihtihdam edilmiştir. Böcekleri ve bitkileri dahi önemseyip onlara bütün kainatı hizmetkar kılan Rabbimizin, insan gibi mükerrem bir varlığın dertleriyle ilgilenmemesi, onun için dertlerden kurtuluş fırsatları hazırlamaması düşünülemez. Rabbimizin hikmeti ve rahmeti gerektirdiğinde her şey insana yardımcı olmak için can atmaya başlar. "
Sayfa 248Kitabı okudu
Sadaka...
Musibetlerin bazıları, verilmesi gerektiği halde verilmeyen şeyler sebebiyle; yapabilecekken yapmadığımız iyilikler, etrafımızdakilere destek olmayışımız, yakınlarımıza duyarsız kalmışımız gibi sebeplere dayanarak, bir uyarı anlamıyla bize ulaşır. Kişi sadaka vererek, yaklaşmakta olan musibetlerin kaynağına bir mesaj yollamaktadır. "Ben üzerime düşeni yapıyorum ve yapmaya devam edeceğim; ey musibet, madem senin gönderilme hikmetin bana duyarlılık kazandırmak; o halde ben kendi kendimi duyarlı hale getirmek için çaba sarf edeceğim" demek ve gayret etmektir, sadakalar. Kişi kendi kendini ıslah etmeye başladığında, onu oldurmak ve ıslah etmek maksadıyla başına gelmesi mukadder musibetler anlamsız ve hikmetsiz duruma düşer. O musibetler kader sayfalarından gerçekleşmek üzere yola çıkmış olsalar bile, Cenab-ı Hakk ata'sıyla, sadakanın belayı geri çevirmesi, duanın ömrü uzatması gibi, onları iptal eder. Ancak kişi kendi kendine nasihat vermeyi, ders almayı, kendini düzeltmeyi bıraktığında musibetler yeniden insanı ıslah etmeye, düzene sokmaya ve dolayısıyla eğitim vermeye başlarlar. Bu sebeple insanların nasihat olarak kendilerini ıslah ettikleri ortamları veya eserleri terk etmeleri de birtakım musibetlere davetiye çıkarır. Bir dönem manevi dersler takip edilmiş, gerekli ıslah ortamına girilmiş ancak sonrasında dünyevi nedenlerle o kutsi ortamlar terk edilmiş olabilir. İşte bu dahi bir musibet sebebidir. " ...
Sayfa 218Kitabı okudu
52 öğeden 31 ile 45 arasındakiler gösteriliyor.