Ariflerden birisinin cebinde küçük bir kâğıt parçası bulunur ve ara sıra bu kâğıdı çıkarır okurdu. Kâğıtta:
واضبر لحكم ربك فإنك بأعيننا
"Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin." (Tur süresi, 52/48) âyeti yazılı idi.
Denildi ki; Feth-i Mûsili'nin karısı bir defa düştü, tırnağı yarıldı. Bunun üzerine güldü. Kendisine: "Ayağın ağrımadı mı niye gülüyorsun?" diyenlere:
"Bunun sevâbının zevki, acısını bana unutturmuştur." dedi.
Roboski'nin soğuk rüzgârı ısıtırmış ölümün ellerini...
Erhan her gün dayak yerdi. Müfettiş döverken de gülüp duruyordu,
" Niye gülüyorsun?" diye soruldukça daha çok gülüyordu. Bir tek ben biliyordum onun keyfinden değil acısından güldüğünü. Ağbey inanmazsın , sınıra koşup da bombalandıkları yere gidince , karlar arasında Erhan'ı aradım. Bir kolu ile bacağı yoktu; yüzükoyun yatıyordu,onu çevirdim , gözlerindeki , yüzündeki karları temizleyince ne gördüm dersin ağbey?
Erhan gülüyordu , yüzünde gülmesi donmuştu. Gülerek can vermişti. Kefene sararken de öyleydi ; toprağa gülerek girdi ağbey...
Golyadkin’in nerede yaşadığını öğreneceksin.”
“Emredersiniz.”
“Adresi soracaksın ve o adrese bu mektubu götüreceksin, anladın mı?”
“Anladım.”
“Eğer orada… yani mektubu götürdüğün yerde, o beyi görürsen, Golyadkin’i işte, mektubu ona vereceksin… Niye gülüyorsun, aptal?”
“Niye güleyim ki? Bana ne! Ben öylesine, efendim. Bizim gibilerin gülmesi için bir neden yok…”
“Evet, neyse… eğer o bay, ‘beyin nasıl’ filan diye soracak olursa… işte, bir şeyler öğrenmeye çalışırsa senden, sen sus, ‘beyefendi iyiler’ filan de, ‘sizden bizzat yanıt bekliyorlar’ de. Anlıyor musun?”
“Anlıyorum, efendim.”
“İyi, şimdi git.”
“Bir de bu aptalla uğraşıyorum! Gülüyor bıyık altından. Neye gülüyor acaba? Şu başıma gelen işlere bak, başıma açılan işlere! Neyse, belki de her şey tersine dönüverir… bu üçkâğıtçı, iki saat orada burada oyalanır şimdi kesin, ortadan kaybolur. Bir yere göndermeye korkuyor insan. Başımdaki belalara bak!..”