Herkese merhaba!
Kusursuz, bir rodeonun menajerliğini - bebek bakıcılığını- yapan Summer ve artık kalpsiz gibi davranan erkek karakterlerden sıkılmışken yara bandı gibi gelen rodeo Rhett'in tatlı aşkını konu alıyor. Sıkmadan ilerleyen, aşırı klişelere boğmadan ilerleyen, çerezlik bir kitap olduğunu düşünüyorum.
Kitabın en sevdiğim yanı kesinlikle Rhett'in bir centilmen olmasıydı. Yani, gerçekten centilmen! Bakıcılığını yaptığı için Summer'dan hoşlanmadığı ilk zamanlar bile ona kaba davranmamak için elinden geleni yapması çok güzeldi. Bir diğer güzel yanı da Summer'ın karakteriydi. Güçlü kadın karakterleri her zaman sevmişimdir, Summer'ın işini hakkıyla yapmaya çalışan, omuzları dik ve kendinden emin tavırları saf kadın karakterleri gölgesinde bıraktı.
Rodeo yapılan sahneler belki okuyucu sıkılmasın diye kısa kesilmişti ama ben o anki heyecanı daha çok görmek isterdim. Ana olay bu olmasına rağmen üstten anlatılmış gibiydi. Bir de Summer'ın baştaki Rhett'e karşı olan destekleyici tavrının azalması ve biraz anlayışsız davranması pek de tatmin etmedi. Bu kadar destekleyici bir erkek arkadaş bu derece sert bir tepkiyi hak ediyor muydu? Bilinmez.
Ana hatlarıyla kötü olmayan fakat daha çok çerezlik olarak okunabilecek türden bir hikayeydi.
KusursuzElsie Silver · Nemesis Kitap · 2023453 okunma
“Ama mesela benden uzaktayken güzel bir şey gördüğünde aklına onu bana da göstermek geldiyse eğer sen bana bir söz verdin demektir. Çünkü sözler böyle verilir; sessizlikte.”
Salih için yaşadıkları bir son muydu yoksa başlangıç mı? Kendini yaşadığı yere ait hissetmeyen, içerisinde atamadığı bir öfke biriktiren Salih gazeteden kovulmasıyla Rio’ya taşınma kararı alır. Onun için her gün gittiği Nefaset Lokantasının sahibi Afitap Hanım veda yemeği düzenleyecektir. Bu veda yemeğinin Salih’in hayatında ne gibi değişiklikler yapacağını kitabın ilk bölümünde okuyoruz. İkinci bölümde ise Salih’in aşkı Nihan ile olan hikayesi üçüncü bölümde ise Salih’in çocukluğuna inip ailesi, arkadaşı Metin ile tanışıyoruz. Kitabı çok severek okudum. Elimden kalemi asla bırakamadım. Altını çizdiğim o kadar cümle oldu ki bazı cümleler saatlerce düşündürdü. Bu kitabın İtalyanca’ya çevrilmesi, okutulması ve yazarın ilk kitabının ödüllü olması kesinlikle tesadüf değil. Çok kaliteli incecik keyifli bir romandı
Nefaset LokantasıTuğba Doğan · Yapı Kredi Yayınları · 20191,556 okunma
Zaman hapishanesinden kaçmanın bir yolu yok muydu? Ah, keşke tekrar en baştan başlayabilseydi! Ama nasıl? Nereden? Kiminle? Lou Salome’yle olmazdı. O özgürdü, istediği zaman onun hapishanesine girip çıkar ya da uçup gidebilirdi.
Ve sonra bana bedenimin nerede olduğunu sordu. Ona, bedenin ne önemi olduğunu sordum. Dünyaya ait olduğunu gösterir dedi. Dünyaya ait olmadığımı hissetmemiştim o ana kadar. Şaşırmalı mıydım? Daha az evvel şehrin ufkunda gülüşlerim, sayıp döktüğüm hayallerim yok muydu benim? Şu çıktığım dik başlı yokuşlarda dünlerimin izleri yok muydu? Şimdi hangi vicdansızın oyununda ölüyordum ben? Yarınlarımı çalanlar kimler? Ben artık yokum! Güneşli günler göreceğiz diye kandırdığımız adam olacak nice çocuklar da yok artık.
Hiçbir şey söylemeden, o da yatağın, doktorun bir ayağını çekerek kendisi için boşalttığı bir köşesine oturdu ve dinlemeğe (viyolon konçerto) başladı.
Neydi bu? Kendisine sorsalar, "şüphesiz dünyada en bağlı olduğum şeylerden biri" derdi. Fakat yine hiçbir şey söylememiş olurdu. İnsan talihinin bir remzi miydi? Bir şikayet veya tevekkül müydü? Hatıraların, gayri şuurun ışığında muzlim bir raksı mıydı? Hangi ölüyü çağırıyor, hangi zamanı diriltiyordu?
Yoksa sadece bir devin, insan kılığında, fakat insandan çok başka bir mahlukun içindeki kuvveti harcamak için hayatın dışında, kendi kendine didinerek kurduğu bir başka dünya mıydı?
Zaten birçok Türk evinde böyle bir suskunluk vardı, geçmiş konuşulmazdı.
Sanki o korkunç olaylardan söz etmek, her şeyi yeniden başlatacakmış gibi...
Türkiye’de hemen her konuda, her kurumda sorunların çözülmesinden çok üstünün örtülmesine
öncelik verilmesi, acaba bu alışkanlığın sonucu ortaya çıkan bir durum muydu?
Bu memlekette, Kürt sorunundan yoksulluğa, hemen her meselede bir görmezden gelme, yok sayma
alışkanlığı vardı. Bir muhalif kişi bunlardan söz ederse, sanki sorunları o yaratmış gibi ona öfke
duyulurdu. Farklı düşünmek, çok zaman düşman kabul edilmenin nedeni olurdu.
Toplum olarak, sessiz bir sözleşmeyle susma kararı alınmış, yaşananlar genç kuşaklara
aktarılmamıştı. Bu iyi miydi, kötü müydü bilemiyorum. Hiç kimseye düşman olmadan yetiştirilmiştik.
Bu işin iyi tarafıydı ama bir de geçmişimiz konusundaki korkunç cehaletimiz vardı.
"Ne zaman imkânsizi seversen, iste o zaman gerçek seversin."
Sevginin belki de gerçek anlami
imkânsizliktir.
Bu anlami bile bile yola gikmall insan. Çünkü birine kavusmak
umuduyla yalnizca sevilmez. Ona
dair bütün imkânsizligi da beraberinde göze alip öyle sevebilmeli insan.
Hem sevginin yarasi olmus olmasaydi, manas hic bu kadar derin olur muydu?
Leyla'lar, Asli'lar, Kerem'ler,
Mecnun'lar ve daha örnek
sayabilecegim onlarca insan olmus olmasa, askin bu denli büyük ve ugrunda bir çok seyi göze alabilecek
kadar cesur oldugunu belki de hiçbir
zaman idrak edemeyecektik.kadar cesur oldugunu belki de hiçbir
zaman idrak edemeyecektik.
Zira sevgi, cesur olmayi gerektirir.
Dahasi çaba...
Ama bazen de ne kadar çabalarsan çabala olmuyor. Sonra mi?
imkânsizligi sevmeyi ögreniyorsun.
Kalbinde derin bir yara ile yaşamayı..
Bu dünyanın bir sahibi yok muydu; bir sahibi mi? "Lakin işte o ben'im; ben'im! Fakat kötürüm bir sahip! Eli ayağı işlemiyor. Dili söylemiyor. Bir türlü hiçbir harekete geçemiyor!"
Sayfa 259 - İletişim Yayınları 40.baskı / İstanbul 2021Kitabı okudu