Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ömer Berkay Tuncer

Ömer Berkay Tuncer
@oberkaytuncer
~oberkaytuncer
İstanbul Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisi
İstanbul
8 okur puanı
Mayıs 2018 tarihinde katıldı
... kız kardeşi ile sevgilisinin, kendi sınıfından ve Ruth’un sınıfından bütün insanların ufacık yaşamlarını, yine ufacık formüllere göre sürüklediklerini , birer birey olamayan ve esiri bulundukları çocukça bir takım formüller yüzünden yaşamı gerektiği gibi yaşamayan, daima birbirlerine sokulup , yaşantılarına birbirlerinin fikrine uyarmak bir biçim veren, sürü güdüsüne sahip bu yaratıkları görerek bir iki sefer acı acı güldü.
Sayfa 290Kitabı okudu
Reklam
Özdeşlik İlkesi
Özdeşlik, ne eşitliktir ne de benzerliktir. Eşitlik, benzerliğin bir sınır halidir. Benzerlik ve eşitlik, karşılaştırılan iki şey arasında olur. Oysa özdeş olan bir ve aynı şeydir. (Taylan, 1996, s.105)
~Eylem~
Geçerliliğini ve güçlülüğünü tekrar kazanmak için yapılacak şey harekete geçmekti, ceza korkusu veya ödül umudu olmadan: kalbinin sesini dinleyerek harekete geçmek.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Duvarın 2 tarafı
Bir duvar vardı. Önemli görünmüyordu. Kesilmemiş taşlardan örülmüş, kabaca sıvanmıştı; erişkin biri üzerinden uzanıp bakabilir, bir çocuk bile üzerine tırmanabilirdi. Yolla kesiştiği yerde bir kapısı yoktu; orada yerin geometrisine indirgeniyordu: bir çizgiye, bir sınır düşüncesine. Ama düşünce gerçekti. Önemliydi. Yedi kuşak boyunca dünyada o duvardan daha önemli bir şey olmamıştı. Bütün duvarlar gibi iki anlamlı, iki yüzlüydü. Neyin içeride, neyin dışarıda olduğu, duvarın hangi yanından baktığınıza bağlıydı. Bir tarafından bakıldığında duvar, Anarres Limanı adı verilen yirmi beş hektar çorak alanı çevreliyordu. Limanda bir çift büyük servis vinci, bir roket fırlatma platformu, üç ambar, bir kamyon garajı ve bir yatakhane vardı. Yatakhane sağlam, pis ve yaslı görünüyordu, ne bahçesi vardı, ne de içinde çocukları; açıkçası orada ne kimse yaşıyor, ne de kimsenin uzun süre kalması düşünülüyordu. Aslında bir karantina bölgesiydi. Duvar yalnızca iniş alanını değil, uzaydan gelen gemileri, o gemilerle gelen insanları, geldikleri dünyaları ve evrenin geri kalan kısmını hapsediyordu. Evreni çevreliyor, Anarres'i dışarda, özgür bırakıyordu. Öteki tarafından bakıldığında duvar Anarres'i çevreliyordu: bütün gezegen içerideydi, diğer dünyalardan ve insanlardan yalıtılmış, karantinaya alınmış, dev bir esir kampıydı.
"Orjini olmayan bir sahneyi gerçekten ayıran nedir ki? Gerçeğin yerini alan bir kopyadan söz etmemiz mümkün değil çünkü halihazırda orjinali olmayan bir kopya bu. Eğer bu[sahte] eserleri yeterince uzun sürede bir müzede ve özel sanat galerisinde sergilerseniz, bir süre sonra gerçek olurlar. Demek ki bir sahtenin gerçeğe dönüşmesi, onu gerçek kabul etmeye hazır bir kitle ile zamana bağlı yalnızca" -Orson Welles
Reklam
Gerçeklik bilgi felsefesinin değil, varlık felsefesinin konusudur. Hakikat ise bilgi felsefesinin konusudur. Var olana ya da var olanlara ilişkili saptamada bulunan düşünen bir zihin olmaksızın, bir bilgiden, bir önerme ya da kuramdan ve dolayısıyla da herhangi bir hakikilik(doğruluk) ya da yanlışlıktan söz edilemez. Çünkü hakiki (doğru) ya da yanlış olması söz konusu olan, şeyler ya da nesneler değil, yalnızca bir bilgi öznesi tarafından ortaya konulan ifadeler ya da savlardır, kısaca bilgilerdir.
Gerçeklik; zihnimizin dışında, zihnimizden bağımsız olarak var olan kesinlik anlamına gelirken, doğruluk; düşüncenin gerçekle uyuşması, gerçekliğe uyan bilgi, yargı ve önermelerin gerçekliğe uyması anlamına gelmektedir
Yaşamın Anlamının Eksikliği
"yaşamının anlamı, ancak, kişi bir an durup 'ne istiyorum ki?' diye sorabildiğinde biçimlenmeye başlar. yani, ancak eksikliği çekiliyorsa, yokluğu duyulabilmişse varedilebilir, kurulabilir, yoksa, yoktur. bu bakımdan, insanların büyük çoğunluğu anlam yoksunu hayatlar yaşarlar, çünkü yaşamlarındaki anlam eksikliğini hiç duymamışlardır. ancak, bazı insanlar duyar bu eksikliği. onlar için yaşamlarının tek bir bütünlüklü anlamı olmaması çekilemezdir; bu yüzden kurmaya, yaratmaya, varetmeye girişirler böyle bir anlamı. bunu da bazen - bazıları - başarabilir, ama herhalde, başaramayanlar da çoktur. başaramayacakları 'artık' açıklık kazananlar için de, son bir anlam yaratma yolu kalır... yokluğu da içerilir, anlamında, yaşamının, kişinin.."
Başkasının düşünü yaşamak
"Çünkü, yaşadığımız hayatın bir başkasının düşü olduğunu kanıtlamanın hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini biliyorum artık." Kuş uçmaz kervan geçmez bir Doğu Anadolu dağına yerleşerek iki yüz yıl kendilerini Kafdağı'na götürecek yolculuğun hazırlığını yapan Zeriban aşiretinin hikayesini anlattı sonra Saim. Hiçbir zaman çıkmayacakları bu
Ölümü beklemenin zamanı geldi artık..
O zaman, kibritimi bir daha yakmadan gerisin geriye şehrin ışıklarına dönerken, felaket anlarında ölümü karşılamanın en mutlu yolunun bu olduğunu düşünerek uzak bir sevgiliye acıyla sesleneceğim: Canım, güzelim, kederlim, felaketler zamanı gelip çattı, gel bana, nerede olursan ol gel, ister sigara dumanıyla dolu bir yazıhanede, ister çamaşır kokan bir evin soğanlı mutfağında, ister dağınık mavi bir yatak odasında, nerede olursan ol, vakit tamam, gel bana; yaklaşan korkunç felaketi unutmak için perdeleri çekili yarı karanlık bir odanın sessizliğinde bütün gücümüzle birbirimize sarılarak ölümü beklemenin zamanı geldi artık.
Reklam
Kıskançlık ve Toplumsal Cinsiyet
Kıskançlıkta başka faktörlerde etkili elbette: erkeğin kibri, kadının imrenmesi. Cinsel konularda erkek, serüvenleriyle ve kadınlara karşı başarılarıyla sonsuz biçimde övünen bir palavracı ve müstebittir; çocukluğundan itibaren kulağına mütamidiyen, kadınların fethedilmeyi istedikleri, ayartılmayı sevdikleri yolunda sözler fısıldandığı için fatih rolünü oynamakta ısrar eder. Avludaki tek horozun ya da ineği elde etmek için boynuzları ile çarpışan tek boğanın kendisi olduğuna inandığından, sahneye(ki bu, ince düşünceli diye bilinen erkekler arasında bile, kadının cinsel aşkının tek bir efendiye ait olması gerektiğine inanmayı sürdüren bir sahnedir) bir rakip çıkar çıkmaz kibrinin ve gururunun ölümcül bir yara aldığı vehmine kapılır. Başka bir deyişle, yüz vakanın doksan dokuzunda "erkeğin öfkeyle donanmış kibri'yle birlikte 'sex tekelinin tehlikeye düşmesi', kıskançlığın ilk sebebidir. Kadına gelince, kendisi ve çocukları adına duyduğu ve ekonomik korku ile destekçisi olan erkeğin gözlerinde iltifata mazhar olan başka kadına duyduğu küçük imrenmeler, kadında değişmez biçimde kıskançlık doğurur. Kadınların hakkını teslim ederek söylenmelidir ki, geçmiş yüzyıllarda fiziksel çekicilik, kadının, bu kıymetli mülkünden faydalanmasını engelleme ihtimali olan başka kadınların cazibesi ve değerini kıskanmaya ihtiyaç duyması bu yüzdendir.
Şayet aşk yanında durursa, en fakir virane bile sıcaklık, hayat ve renkle ışıldar. Aşkın bir dilenciyi kral yapacak büyülü bir kudreti vardır. Evet, aşk beleştir; başka bir atmosferde mesken tutmaz. Özgürlükte kendisini çekinmeden, bol bol, bütünüyle sunar. Kaidelerin üzerindeki bütün kanunlar, evrendeki mahkemeler bir olsa, gene de aşkı, bir kere kök saldığı topraktan söküp atamaz.
Aşk =/ Evlilik
Aşk, bütün hayatın en güçlü ve en derin esası, umudun, neşenin, esrikliğin müjdecisi; aşk, bütün kanunlara, anlaşmalara meydan okuyan; aşk insan kaderinin en özgür, en güçlü kalıbı; böylesi her şeyi zorlayan bir güç nasıl olur da zavallı minik Devlet ve Kilise çocuğuyla, evlilikle eş anlamlı anılır?
Neden devlet ve kilise evliliği ister?
Kızlara aşılanan ahlak dersi, erkeğin kadının aşkını uyandırması değil de, daha çok "Ne kadar kazancı?" olduğudur. Pratikteki Amerikan hayatının önemli ve tek tanrısı: Erkek hayatını kazanabiliyor mu? Bir eşe bakabilir mi? Bu, evliliği meşru kılan tek ölçütüdür. Bu ölçü usul usul kızın bütün düşüncelerine işler; kızın düşü, ay ışığı ve öpücükler, kahkaha ve gözyaşı değildir; kız alışveriş gezilerini ve pazar tezgahlarını hayal eder. Bu ruh sefaleti ve paragözlülük, evlilik kurumunun özüdür. Devlet ve Kilise başka bir ideali onaylamaz; çünkü bu ölçü, Devlet'in ve Kilise'nin kadınları ve erkekleri denetleme açısından başvurabileceği tek kriterdir.
İnsan Ruhunun Özgürlüğü
-"Sizi yargılamıyorum. Yalnızca yardımınızı istiyorum. Karşılığında da verecek hiçbir şeyim yok." -"Hiçbir şey mi? Kuramınıza hiçbir şey mi diyorsunuz?" -"Onu bir tek insa ruhunun özgürlüğüyle aynı kefeye koyun," dedi Keng'e dönerek, "hangisi daha ağır basar? Biliyor musunuz? Ben bilmiyorum."
Sayfa 298Kitabı okudu
Eve Dönmenin Mutluluğu
Takver için de, Shevek için olduğu gibi bir sonuç söz konusu değildi. Süreç vardı, süreç her şeydi. Umut verici bir yönde yola çıkabilir ya da yanlış bir yöne gidebilirdiniz, ama herhangi bir yerde herhangi bir zaman durabileceğiniz beklentisiyle yola çıkamazdınız. Böyle bakılınca bütün sorumluluklar, bütün bağlanmalar varlık kazanıp kalıcı oluyordu. . . ...ikisininde aradığı şey varolmanın bütünlüğüydü. Acıdan kaçarsanız çoşku şansını da yitirirsiniz. Zevk alabilirsiniz, hatta zevkin türlü çeşidini alabilirsiniz, ama doyamazsınız. Eve dönmenin ne olduğunu bilemezsiniz.
Sayfa 284Kitabı okudu
Reklam
Zamanın Boşa Harcan(ma)ması
Doyum, diye düşündü Shevek, zamanın bir işlevidir. Zevk arayışı döngüseldir, yinelenir, zamandışıdır. İzleyicinin, heyecan arayanın, rastgele cinsel ilişkide bulunanın çeşitlilik arayışı hep aynı yerde son bulur. Bir sonu vardır. Sona erer ve yeniden başlamak zorunda kalır. Bir yolculuk ve dönüş değildir., kapalı bir çevrimdir, kilitli bir odadır, bir hapishanedir. Kilitli odanın dışında zamanın manzarası vardır; şansın ve cesaretin yardımıyla ruh, bu manzara içinde sadakatin kırılgan, geçici, umulmayan yollarını ve kentlerini kurabilir: insanların mekan tutabileceği bir manzaradır bu. Bir eylem ancak geçmişin ve geleceğin manzarasında gerçekleştirildiği zaman insan eylemi olur. Geçmiş ve geleceğin sürekliliğini öneren, zamanı bir bütün haline getiren bağlılık, insan gücünün köküdür, onsuz yapılacak hiçbir şey iyi olamaz. Bu yüzden geçmiş dört yıla bakan Shevek, onları yitirilmiş olarak değil, Takver'le yaşamlarında kurdukları yapının bir parçası olarak gördü. Zamana karşı çalışmaktansa zamanla birlikte çalışmanın iyi yanı, diye düşündü, zamanın boşa harcanmamasıdır. Acı bile işe yarıyor.
Sayfa 284Kitabı okudu
Tek yasa evrim yasası
-"Şu iki yüzlülük.. Yaşam bir kavgadır ve en güçlü olan kazanır. Uygarlığın tek yaptığı güzel sözlerle kanı ve nefreti gizlemek!" -"Sizin uygarlığınız için belki. Bizimki hiçbir şeyi gizlemiyor. Her şey açık. Kraliçe Teaea orada kendi derisini giyiyor... Bir yasaya uyuyoruz, yalnız tek bir yasaya, insanın evrimi yasasına." -"Evrim yasası en güçlünün kazanacağını söyler!" -"Evet, herhangi bir toplumsal türün varlığında da en güçlü olan, en toplumsal olandır. İnsan kavramlarına göre, en ahlaki olan. Bak, Anarres'te ne avımız, ne de düşmanımız var. Yalnızca birbirimiz varız. Birbirine zarar vermekle güç kazanılamaz. Yalnızca zayıflık kazanılabilir."
Sayfa 189Kitabı okudu
Topluluk İçinde Sevişme
Eş'siz kişilerin önünde birbirini okşayıp sevişmek en az aç insanların önünde yemek yemek kadar kaba bir davranıştı.
Sayfa 195Kitabı okudu
Söz Verme & Özgürlüğün Temeli
Verilen bir söz, seçilen bir yöndü, kendi kendine seçenekleri kısıtlama anlamına geliyordu. Odo'nun gösterdiği gibi, eğer hiçbir yön seçilmezse, eğer insan hiçbir yere gitmezse, hiçbir değişme olmaz. İnsanın seçme ve değişme özgürlüğü kullanılmamış olur, tıpkı insan hapishanede, kendi yaptığı bir hapishanede, içinde hiçbir yolun diğerinden daha iyi olmadığı bir labirentteymiş gibi. Bu yüzden Odo söz vermeyi, yemin etmeyi, sadakat fikrini, özgürlüğün karmaşıklığı için temel olarak görmeye başlamıştı.
Sayfa 211Kitabı okudu
Özgür Sadakat
Ama bir yol özgürce seçilir ve yürekten izlenirse, her şey onu desteklermiş gibi görünebilir. Bu yüzden, ayrılığın olasılığı ve gerçekliği genellikle eşlerin bağlılığını güçlendirirdi. Sadakatsizliğe karşı ne yasal, ne de ahlaki kuralları olan bir toplumda, gerçek, kendiliğinden bir sadakati sağlamak, her an gerçekleşebilecek, yıllarca da sürebilecek gönüllü ayrılıklar boyunca bunu sürdürebilmek müthiş bir meydan okumaydı. Ama insan zaten meydan okumaktan hoşlanır, zor durumlarda özgürlüğü arar.
Sayfa 212Kitabı okudu
Özgürlük ve Gözler
"-Annares'te hiçbir şey güzel değildir, yalnızca yüzler güzeldir. Diğer yüzler, erkek ve kadın yüzleri. Bizim onlardan başka bir şeyimizi yok. Burada siz mücevherleri görüyorsunuz, orada gözleri görürsünüz. Gözlerde de görkemi, insan ruhunun görkemini görürsünüz. Çünkü bizim erkeklerimiz ve kadınlarımız özgürdür, hiçbir şeye sahip olmadıkları için özgürdürler. Siz sahipler ise sahiplisiniz. Hepiniz hapistesiniz. Herkes yalnız, tek başına, sahip olduğu yığınla birlikte. Hapiste yaşıyor, hapiste ölüyorsunuz. Gözlerinizden görebildiğim yalnızca bu-duvar, duvar!"
Sayfa 197Kitabı okudu
Reklam
“Yaşamı bütün olarak görmek için tek yapman gereken şey, onu ölümlü olarak görmek. Ben öleceğim, sen öleceksin; başka türlü birbirimizi nasıl sevebilirdik ki? Güneş de bir gün sönecek. Başka türlü nasıl parlamaya devam edebilir?”
Sayfa 165Kitabı okudu
Minnet
Konuşma sırasındaki bir duraklamada çocukların küçüğü ince, açık sesiyle “Bay Shevek pek görgülü değil,” dedi. Oiie’nin karısı çocuğu azarlamaya fırsat bulamadan Shevek “Neden?” diye sordu. “Ne yaptım?” “Teşekkür etmediniz.” “Ne için?” “Turşu tabağını uzattığım zaman.” “İni! Kes sesini!” Sadik! Bencillik etme! Ses tonunu kesinlikle aynıydı. “Onları benimle paylaştığını sanıyordum. Hediye olarak mı verdin? Benim ülkemde yalnızca hediyeler için teşekkür edilir. Diğer nesneleri herhangi bir şey söyleme gereği duymadan paylaşırız. Turşuyu geri ister misin?”
Sayfa 129Kitabı okudu
Özgürlüğün Amacı
“Eğer bir şeyi bütün olarak görebilirsen,” dedi, “hep güzelmiş gibi görünür. Gezegenler, yaşamlar... Ama yakından bakıldığında bir dünya yalnızca toz ve kayadan oluşur. Günden güne yaşam daha da zorlaşır, yorulursun, ritmi kaçırırsın. Uzaklığı ararsın- ara vermeyi. Dünyanın ne kadar güzel olduğunu görmenin yolu, onu ay gibi görmekten geçiyor. Yaşamın ne güzel olduğunu görmenin yolu ölümün bakış açısından bakmaktan geçiyor.”
Sayfa 165Kitabı okudu