Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Bilimin Karakteri Işığında Sahte Ve Gerçek Eğitim Yöntemleri
Doğa bilimlerinin amacı, bilimciyi çevresinden haberdar etmektir. Bu nedenle hem tikel nesnelerin tasviri, hem de bu tikel nesnelerin genel nitelikleri ve bunları etkileyen süreçler hakkında ileri sürülen kuramlar bilimciyi ilgilendirir. Sosyal disiplinlerde ise tikel tasvirin ötesine geçmek aynı doğa bilimlerinde olduğu gibi öndeyi yapmayı
Sayfa 108
Batı ülkeleri adı altında toplanan ülkelerde dogmatik düşüncenin ne yazık ki giderek yaygınlaşması, oralarda da politik duyarsızlığın giderek artmasına, halkın bölünmesine, fakirliğin yayılmasına neden olmaktadır. Postmodernizm denilen akıl düşmanı söylem Batı'da bilhassa üniversiteleri son derece kötü etkilemektedir. Postmodernizm ile yayılan rölativizm, yani herkese göre gerçeğin başka olabileceği fikri (bkz. Mandelbaum, 1938; Boghossian, 2006), mesela matematiğin bile bir beyaz üstünlüğü silahı olduğu, zencilerden matematikte kesin sonuç beklenmemesi, yanlış problem çözümlerine de, doğru çözüme yakın oldukları takdirde tam not verilmesi gibi akıl dışı isteklerin ortaya çıkmasına neden olmuştur (bkz. Rubel ve McClosky, 2019 ve orada atıf yapılan literatür) Türkiye'de de son yıllarda artan ve hiçbir bilimsel temeli olmayan "Osmanlı methiyeleri" diyebileceğimiz bir "alternatif tarih" üretilmeye başlamıştır. Bu tür akıl dışı düşüncelere karşı tüm dünyada ciddi ve güvenilir bilim insanları giderek artan sayılarda tepki göstermekte, yayınlar yapmaktadırlar (ör. Gross ve diğerleri, 1996; Lefkowitz, 1996; Lefkowitz ve Rogers, 1996; Windschuttle, 1996; Evans, 1997; Gross ve Levitt, 1998; Koertge, 1998). Türkiye'de de İlber Ortaylı, Sa- lih Özbaran gibi ciddi tarihçiler, üretilen alternatif tarihin ne kadar temelsiz, saçma ve zararlı olduğunu muhtelif vesilelerle yazdıkları yazı ve yayımladıkları kitaplarda belirtmişlerdir.
Sayfa 51 - İnkılap KitabeviKitabı okudu
Reklam
"Sırf insanlığa hizmet edeceğim" diye bilim yapılmaz. Sözümona sırf insanlığa hizmet aşkıyla yola çıkanlar( ör. Komünist rejimler) 20.yüzyıl'da yaklaşık 100 milyon insanın ölümüne neden olmuşlardır.
Sayfa 309Kitabı okudu
Pek çok ilkel dinde ve daha sonra ortaya çıkan tek Tanrılı din­lerde dağlar genellikle kutsal yerler, Tanrının yeryüzündeki meka­nı, hatta tecellisi olarak saygı görmüş, kendilerine tapınılmıştır (ör. Güney Türkiye'de Fırtına Tanrısı'nın mekanı kabul edilen Cebeli­akra, Eski Yunanlıların Olimpus'u, Musevllerin Tur-u Sina'sı, Hı­ristiyanların Lübnan Dağı, Müslümanların Hira Dağı, Orta Asya Türklerinin Han Tengri'si ve Çinlilerin Ti-yen Şan'ı olan dağ ve/ veya dağlar). Bu nedenden ötürü yukarıdaki lengüistik inceleme­de çeşitli diller içinde dağ, kule, yüksek, ulu yer veya nesne, hatta yüksek yerlerde olan şato ve kale gibi sözcükler kökteş kabul edil­mişlerdir.
Kutsal nesne olarak dağ ve yüksek yapılar
Pek çok ilkel dinde ve daha sonra ortaya çıkan tek Tanrılı dinlerde dağlar genellikle kutsal yerler, Tanrının yeryüzündeki mekânı, hatta tecellisi olarak saygı görmüş, kendilerine tapınılmıştır (ör. Güney Türkiye'de Fırtına Tanrısı'nın mekânı kabul edilen Cebeliakra, Eski Yunanlıların Olimpus'u, Musevîlerin Tûr-u Sinâ'sı, Hiristiyanların Lübnan Dağı, Müslümanların Hira Dağı, Orta Asya Türklerinin Han Tenri’si ve Çinlilerin Ti-yen Şan’ı olan dağ ve/veya dağlar).
bir keşif yapabilmek için bir hipotez or- ı.ıy.ı atmak lazım. Bunu test etmek lazım. Ama bu hipotezi na- Mİ ortaya atacaksın? Aklına bir şeyin gelmesi lazım. Tabii bu- nun çeşitli önşartları olduğu da söyleniyor. Mesela deniliyor ki,şans hazırlıklı akılları tercih eder. Eğer çok şey biliyorsan, bir sürü ilişkiyi başkalarından daha iyi görebilirsin. Dolayısıyla bir şeyler keşfedebilirsin. Başkalarının göremediği ilişkileri görebi- lirsin, gibi şeyler. Ama şart değil. Ben çok allame adam bilirim, bir sürü şey bilir, hiçbirisini birbirine bağlayamaz. Yani aptalın birisidir. Kafada depolamıştır. O içinde depolandığı kutuların kapakları bir türlü açılmaz. Adamcağızın kafasında bir sürü bilgi var ama bilgiyi kullana- mıyor. Anlatabiliyor muyum? Bir sürü şey öğrenmiş, fakat o öğrendikleri, öğrendiği gibi duruyor kafasında. Özümseyip ondan bir şey yaratmamış. Aradaki ilişkileri kuramamış. Boş- lukları kapatamamış. Şimdi burada bilim ile sanat birbirine çok benziyor. Hatta aynı neredeyse.
Reklam
Müslüman ordular doksan yıl gibi kısacık bir sürede ispanyadan Orta Asya'ya kadar bir alanı işgal edince oralarda çok değişik kültürlerle karşılaştılar. Bizans ve eski Roma topraklarından Yunan medeniyetinin ürünlerini, Iran ve Hindistan’dan da doğu kültürlerinin eserlerini topladılar. Bu kökeni barbar göçebe toplumların (ör. Hun işgalleri, Moğol işgali), büyük bir hızla, işgal ettikleri yerleşik toplumların kültürlerinin tesirlerinde kaldıkları bilinen bir gözlemdir. Arapların ise Hun ve Moğol toplumlarına nazaran bir üstünlükleri vardı: Başından beri insan kültürlerinin doğduğu ve geliştiği merkezlere komşu olmak ve şiir hayranlığı dolayısıyla çok gelişmiş, zengin bir dile sahip bulunmak. Zengin dilli ve neredeyse önyargısız Müslüman Araplar inançları gereği “yaratılmış olan dünyayı” öğrenmek için büyük bir bilgi açlığı ile hızlı bir öğrenme dönemine girdiler. Bu öğrenmenin en büyük aracı tercüme eserlerdi. Yunan ve Hint klâsiklerinin pek çoğu hızla Arapçaya kazandırıldı. O kadar ki, bütün dünya bazı Hint masallarını hemen yalnızca Arapların onlara verdiği şekilleriyle tanır (ör. gemici Sinbad’ın maceraları). Ancak İslam’ın ikinci yüzyılı ile birlikte Araplar öğrendiklerine eleştirel bir gözle bakarak bazılarının yanlış olduğunu gördüler. Benim konum olan yer bilimlerinde Arapların bu safhadan sonra kendi yarattıkları bilim, Fuat Sezgin’in ortaya koyduğu gibi, eşsizdir. Hiçbir kültür çevresi, Orta Çağ teknik imkânlarıyla, matematik coğrafyaya Müslüman toplumlar kadar büyük katkılar yapmamıştır.
Seçilen değerlerin, temel biyolojik dürtülerle çelişmemesine dikkat edilmelidir (Ör. cinsel ilişkiden men edilen Katolik papazların içine düştükleri sapıklıklar, temek bir biyolojik dürtüyle çelişen bir değerin eseridir).
Sayfa 308 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Tarih bir göçebe veya köylü uygarlığının gelişip serpildiğini kaydetmemiştir (ör. İslam öncesi göçebe Orta Asya Türklüğünün tek ciddi abidesi olan Orhun Anıtları'nın yapılması fikri de, anıtların yapılıp dikilmesi de, yerleşik bir su boyu kültürünün insanları olan Çinlilerin işidir.)
Sayfa 14 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
MÖ 7. ve 6. yüzyıllarda Batı Anadolu'nun Milet şehrinde yaşayan ve Yunanca konuşan insanlar, dinlerin kendilerine sözüm ona sağladığı bilgilerin bilgi olmadığını, insan aklının uydurduğu masallar olduğunu ve bu yüzden çevremiz ve kendimiz hakkında bunların söylediklerine güvenilemeyeceğini keşfettiler. Tarih, bu önemli keşfin şerefini iki Miletli asilzadeye vermektedir. Thales ve kendisinden yaklaşık 15 yaş küçük olan “öğrencisi” ve arkadaşi Anaksimandros. Gelenek hem Thales'in hem de Anaksimandros’un Mısır'a gittiğini bildirir. Thales’in burada Mısırlı kadastroculardan bazı geometrik kuralları öğrendiği sanılmaktadır. Bu geometrik kurallar babadan oğula, ustadan çırağa geçen türden pratik bilgilerdi. Thales ilk defa bunların genel bazı doğrular ifade ettiklerini keşfederek ilk geometrik teoremleri vaz etti (ör. benzer üçgenler teoremi). Thales’in yaptığının Mısırlı kadastrocuların yaptığından farkı, teoremlerin yalnız belli hallere uygulanan pratik kurallar değil, doğrulukları kendilerinden kaynaklanan genel haller olduğunu fark etmiş olmasıydı. İlk defa bir insanoğlu, Tanrılar kendisine fısıldamadan tüm evrende geçerli bir kuralı keşfediyordu. Bunun farkına varması Thales'i çok heyecanlandırdı. O kadar ki tüm yaşamını bilgi üretmeye, yani bilime adamaya karar verdi.
Reklam
"Milletime hizmet edeceğim" diye bilim yapılamaz. Sırf milletine hizmet için yola çıkanlar (ör. Nazi Almanyası) "bilimsel bir görüş" adına (Nazizm) 6 milyon masum insanı fırınlamışlardır.
Sayfa 309 - Türkiye iş bankası kültür yayınlarıKitabı okudu
Gelenek hem Thales'in hem de Anaksimand­ros'un Mısır'a gittiğini bildirir. Thales'in burada Mısırlı kadast­roculardan bazı geometrik kuralları öğrendiği sanılmaktadır. Bu geometrik kurallar babadan oğula, ustadan çırağa geçen türden pratik bilgilerdi. Thales ilk defa bunların genel bazı doğrular ifade ettiklerini keşfederek ilk geometrik teoremleri vaz etti (ör. benzer üçgenler teoremi). Thales'in yaptığının Mısırlı kadastrocuların yaptığından farkı, teoremlerin yalnız belli hallere uygulanan pratik kurallar değil, doğrulukları kendilerinden kaynaklanan genel hal­ler olduğunu fark etmiş olmasıydı. İlk defa bir insanoğlu, Tanrılar kendisine fısıldamadan tüm evrende geçerli bir kuralı keşfediyor­du.
Zengin dilli ve neredeyse önyargısız Müslüman Araplar inançları gereği “yaratılmış olan dünyayı” öğrenmek için büyük bir bilgi açlığı ile hızlı bir öğrenme dönemine girdiler. Bu öğrenmenin en büyük aracı tercüme eserlerdi. Yunan ve Hint klâsiklerinin pek çoğu hızla Arapçaya kazandırıldı. O kadar ki, bütün dünya bazı Hint masallarını hemen yalnızca Arapların onlara verdiği şekilleriyle tanır (ör. gemici Sinbad’ın maceraları). Ancak İslam’ın ikinci yüzyılı ile birlikte Araplar öğrendiklerine eleştirel bir gözle bakarak bazılarının yanlış olduğunu gördüler. Benim konum olan yer bilimlerinde Arapların bu safhadan sonra kendi yarattıkları bilim, Fuat Sezgin’in ortaya koyduğu gibi, eşsizdir. Hiçbir kültür çevresi, Orta Çağ teknik imkânlarıyla, matematik coğrafyaya Müslüman toplumlar kadar büyük katkılar yapmamıştır.
Sayfa 78
24 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.