"İnsan yaşadı mı başına bir şey gelmez. Dekorlar değişir, kişiler çıkar, görüntüler değişir yalnız. Başlangıçlar da yoktur; günler anlamsız bir biçimde birbirine eklenir durur. Sonu gelmez, tekdüze bir hesap çizelgesidir bu. Yaşamak budur işte. Ama hayatınızı anlatırsanız, her şey değişir. Olayları anlatırken, onların çıkış biçimini tam tersine döndürmüyor muyuz sanki? Gerçekte hep sondan başlanır. Son oradadır, görünmez olan oradadır. Başlangıcının değerini bir kaç kelimeyle veren odur. Bunlar gelecek tutkuların ışığı ile aydınlatılmışlardır. Sonra öykü sondan başa doğru devam eder. Mutluluklar birbiri üzerine yığılır. Öykünün sonu onları çeker, her an da kendinden bir öncekini çeker. Derken son onların hepsini birden kapıp, kavrayıverir. Ben de hayatımın anılarının, hatırlanan bir yaşantının ki gibi birbirini izlemesini ve düzenli olmalarını istemiştim. Zamanı kuyruğundan yakalamaya çalışmak gibi bir şey. Ama biz, yarının henüz orada olmadığını hep unutuyoruz."
İnce fakat yoğun, oldukça akıcı, son derece etkili, sonu ters köşe yaparak şaşırtan bir kitap. Bilinen bir eser olduğu için konusu hakkında yorum yapmayı düşünmüyorum veya okumayanlar için spoiler vermek istemiyorum. Kitap genel itibari ile birbirine zıt yapıdaki iki insanın dostluğunu anlatıyor gibi gözükse de alt metinde birçok konuya değiniyor;
Öncelikle kitabın bir sistem eleştirisi olduğunu belirtmek isterim.
Kitapta kötü yönetim, insanların iş bilmezliği ve haksız kazanç elde edilimi öykünün kahramanları üzerinden işleniyor.
Kötü bir gidişatın içinde iyi insanların da zamanla diğerleri gibi oluşu, vicdanının sesini bir süre sonra bastırıp olanlara göz yumduğunu görüyoruz.
Asıl kahramanın bir başkası olduğunu düşünürken yazar bir anda ters köşe yaparak pasif bir figürü kahraman yaparak olayı sürdürdü.
Kitapta şu olayı çok güzel gördüm düşkün insanlarla muhattap olursan bu normal değildir
Kötü iş yapan ile dostluk kurarsan ya huyundan ya suyundan demek istiyor yazar.
Kitabın sonu çok hızlı bağlanmış bu da bende daha dramatik bir etki bıraktı.
Cemil Kavukçu'nun Türk öykücülüğündeki yeri tartışma götürmez. Okuyucu için sıradan görünen, hayatın rutini içinden çıkardığı yalın öyküleri, kadın erkek ilişkilerine değgin herkesin yaşadığı/yaşayabileceği şeyler Kavukçu'nun kalemiyle somutlaşarak ete kemiğe bürünüyor. Çok rahat yazdığını ve konu sıkıntısı çekmediğini düşünüyorum Kavukçu'nun.
Kitap ilk başlarda çok sürükleyici gelmedi, biter mi acaba diye düşünmeye başlamıştım ki aman Allahım o da ne demekten kendimi alamadım. Kitabı okumak isteyenler buradan sonrasını okumasınlar. İlk sorgulama katilimiz Raskolnikov’un barda içki içerken düşük dereceli bir memur olan Marmeladov’ la tanışmasıyla sürükleyici bir hal aldı. Bir baba
Döngel Dünya'yı okuyup bitirdikten sonra öyküler arasında ayrım yapmaya, beğendiklerimi ve beğenmediklerimi belirlemek için kitabı baştan sona tekrar karıştırmaya başladım. Baştaki beş altı öyküyü öne çıkarmaya diğerlerini ise geri plana atmaya karar vermiştim önce. Kitabı karıştırırken gördüm ki her bir öykünün kendince bir derinliği ve meramı
23 Şubat 1942 sabahı, Rua Gonçalves Dias 34, Petropolis adresindeki yatak odasının kapısı öğlene kadar açılmamış, bu durumdan şüphelenen hizmetçilerin polise haber vermesiyle açılan odada, elini onun göğsüne koymuş olan sevgilisi Lotte ile birlikte yerde sırt üstü uzanmış ve hayata birlikte veda ettikleri anlaşılan 61 yaşında bir yazar ile