Kitabı elime alıyor ve Palto’dan ne çıkacak düşüncesi ile başlıyorum okumaya.
Karşılaştığım hikâye kahramanının sıradanlığı, hiç beklemediğim bir şekilde beni öykünün içine çekiyor. Kitap, güçlü ve bi o kadarda edebi bir anlatıma sahip. Ana karakterin ve karakterlerin ruh halleri, düşünceleri ve hissiyatları zihnimin ekranında çok net bir
Jack London'ın ilk 10-15 sayfada neler anlattığını tam olarak anlayamadığım, ama 10-15 sayfadan sonra sürükleyici bir şekilde kitabın içerisine girip bir solukta bitirdiğim, toplamda 50 sayfalık olmasına karşın içerisinde birçok kıssadan hisse bulunan derinlikli öyküsü.
Öykünün konusu basit gibi görünse de Jack London'ın konuyu işleyiş biçimi ve
Sabahattin Ali bu kitabı 1947 yılında yazmıştır. Kitabın adının da geldiği Sırça Köşk hikayesi politik olduğu gerekçesiyle zamanında ülkemizde yasaklanmış ve o dönemde de toplatılmıştır. Ali'ye, devlete başkaldırı var bu kitapta, sen kim oluyorsun denilmiştir. Bana kalırsa çok ağır eleştiriler yoktur bu öykünün içerisinde ama ne yazık ki o dönem
Bir kitap düşünün, kitaptan önce yazarının yürek satırlarına nice zamanlarda şahit olduğunuz.. Önce yazana/ yazara bikaç cümle hediye etmeliyim.. Ne güzel bir yoldaştır okumanın yolunda. Kendisini burada ve iyi ki diyerek tanıdığım Neşe, paylaşımlarıyla/ yorumlarıyla tabiri caizse yıllardır keyifle takip ettiğim kaliteli bir okur/du.. Şimdi ise
Kulaklıktan içime yayılan Göksel Baktagir’in Muhayyer Kürdi saz semaisinin hüzünlü ve bir o kadar da ihtiraslı nağmeleri içimde fırtınalar koparıyor. Bir yandan melodinin çok tanıdıkmış gibi gelme hissinin yaşanmışlıktan mı yoksa yarım kalmışlığın iç yakan doyumsuzluğundan mı kaynaklandığını bir yandan da bir romanın ya da bir öykünün kaç ana
Kısa bir süre önce, Dostoyevski’nin okumadığım kitaplarını da bitireyim artık, demiştim. Sonra okuduğum, okumadığım diye ayırmadan tüm kitaplarını kronolojik bir şekilde okuma kararına varmam sonrası, bu büyük yazarı daha iyi anlamak amacıyla başladığım bir kitap oldu Henri Troyat’ın yazdığı bu biyografi. Hayatımdaki 1-2 olay neticesinde
“Wells, kısa öyküyü, yarım saat içinde okunabilen kısa bir kurmaca metin olarak tanımlamıştır. Kimi zaman kısa öykünün babası olarak anılan Poe, “tüm komposizyon içinde, gerek doğrudan, gerek dolaylı biçimde, daha önceden tasarlanmış tek bir sözcük bile bulunmamalıdır,” diye belirtmiştir. Çehov'un görüşüne göre de, bir öykünün başlangıcı ya da
Çok uzun zamandır okuma listedeydi bu kitap. Korktuğuma değmiş mi, eveeet :))
İkinci tekil şahıs anlatımı, oo başrol bize yazılmış. İyi güzel, de…neyin başrolü bu? Henüz okumamış olanlara tavsiye, rolünüzü ezberlemeye çalışmayın a dostlar. Her gördüğünüz ‘ben’ e düşüncesizce yatırım yapmayı da bırakın. Çünkü tam siz kendinizi kaptırmışken