Ah, Gene Yaşardı Gözlerim.
Ege vapurunun yolcusu salıncakta değil, bir duvar saatinin sarkacında oturmaktadır sanki. Zaman denilen o kıyısız denizdeki yolculuğunda, toprağı kazıyarak yaptığı oyuncak evdedir bu sefer. Burası bir sığınaktır onun için. Taşlardan yaptığı ocakta pişirdiği yemekleri kız kardeşi ve Çingene çocuklarla paylaşmaktadır. Bir gün “Aziz” adlı arkadaşı ocağı yakmak isterken otlar aniden tutuşur ve oyuncak ev yanmaya başlar. Alevler arasından zorlukla dışarı çıkartır kız kardeşini... ... Salıncaktaki adam, martı çığlıklarıyla kendine gelir... Yolcuların bir kısmı ekmek atmaktadır deniz kuşlarına. Onun da güvercinleri vardı çocukluğunda. Kümes bile yapmıştı onlara. Dallardan, tahtalardan oyuncaklar üretmekte ustaydı. Hatta, bir tanbura bile yapmış, üzerine teller takıp çalarak tüm arkadaşlarını eğlendirmişti. "Mustafa Kemal’dir" salıncakta oturan yolcunun adı. Kulübeler yaptığı yer de, babasının ölümünün ardından annesi Zübeyde Hanım’ın isteği üzerine gitmek zorunda kaldığı, dayısı Hüseyin Efendi’nin Langaza’daki çiftliğidir. Mustafa Kemal’in, büyük bir göl kenarında olan Langaza’daki günleri, onun hayat ve okuldan uzaklaştığı bir dönem olarak görülse de, burada oynadığı oyunlar gelecekteki başarısının bir habercisidir aslında.
Düşüş
Yolculuk kıymetini bilirsek eğer, düşünmenin ikiz kardeşi... Trenimiz mutad istikametinde ilerlerken, zihnim atamız Adem'in cennetten yeryüzüne yolculuğunu düşünüyor. Bizim 'iniş' olarak tanımladığımız bu yolculuğun Garp diyarında 'düşüşle' ifade edilişi dikkatimi çekiyor ve aklım şu soruya cevap arıyor: Hz. Adem'in cennetten yeryüzüne yolculuğu için iniş mi daha uygun, düşüş mü? Diğer bir deyişle: Atamız Adem yeryüzüne indi mi, düştü mü? .... Yani işin özü 'inmek' te veya 'düşmek' te değil. İşin özü, ne olarak indiğimizde veya düştüğümüzde? Gökten yere su inince veya düşünce rahmet; gökten yere taş inince veya düşünce afet, gazap, felaket...
Sayfa 91 - İz yayıncılıkKitabı okudu
Reklam
Bu maraz maalesef büyük ölçüde müslüman­lara da sirayet etmiştir ve nitekim günümüde 'tebliğ yapmak' deyince, taraftar sayısını çoğalt­mak için her türlü laf u güzafı sarf etmek, sonra bu laf u güzafı 'kişisel ya da akli yorum' olarak takdim edip o güzelim kelimenin, 'Te'vil' kelime­sinin 'iftiranın kardeşi' manasına dönüşmesine çanak tutmak anlaşılmaktadır. 'Tebliğ', tebliğ edilecek sözü, o sözün sahibinin muradına uygun olarak başkalarına aktarmak veya o murada uy­gun bir hatt-ı hareket takip etmek demektir; yok­sa 'Ben akli yönteme göre anladığımı söylerim, kullandığım yöntem 'akli' olduğu için '(benim gi­bi) akıllı' olanlardan da bu yorumumu kabul et­melerini isterim' demek yahut Kur'an'ı tebliğ et­mek; İslam'ı insanlara sevdirmek ya da hak bir sözle batılı kastederek 'İslam'ı asrın idrakine söyletmek' gibi esasen sahih niyetlerle yola çıkıp sonra adına konuşulan o Mübarek Kelam'ı heva ve hevese 'oyuncak' etmek değildir.
Sayfa 35
Yolculuk, kıymetini bilirsek eğer, düşünmenin ikiz kardeşi...
Bir insanın, hayat hakkı bulmak için benim 'kardeşim' olması şart değildir. Bilakis aslolan, velev ki canımıza kasteden bir düşmanın kardeşi dahi olsa, zulme bulaşmamış herkesin hayatı ve insan olarak hakları üzerinde titremektir...
Sayfa 147Kitabı okudu
Yolculuk, kıymetini bilirsek eğer, düşünmenin ikiz kardeşi...
Reklam
40 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.