(Hz Peygamberin genç iken başından geçen ve bizim için olmazsa olmazlarımdan düğünler ile ilgili anısı)
Hz Ali'ye anlatan, O:(s.a.s)
Cahiliyet ehlinin alıştığı kötülüklere yalnız iki defa ayaklarım uğradı. İkisinde de Rabbim beni korudu... Mekke tepelerinde benimle birlikte sürülerini otlatan bir Kureyş çocuğuna, o gece benim koyunlarıma da bakmasını ve Mekke'ye gidip geceyi orada geçirmek istediğimi söyledim. Çocuk teklifimi kabul etti. Ben de Mekke yolunu tuttum. Şehrin kenarına geldiğim zaman bir evden çalgı sesleri duyulmaya başladı. Şarkı söyleyenlerin sesi de buna karışıyordu. Gelip geçene bu evde ne olduğunu sordum. Birinin düğünü olduğunu söylediler. İçime bir heves düştü; çalgı dinlemek üzere eve girdim. Bir kenarda otururken dalmışım... Allah bir uyku verdi bana... Kendimden geçtim... Birde uyanayım ki, sabah olmuş ve herkes dağılmış... Güneşin hararetiyle uyanıvermişim... İkincisi de yine böyle bir şey...Yine aynı mâni karşısında kaldım ve kötülüğe şahit olmaktan muhafaza edildim.
Câriyesi, Ebu Leheb'e koşuyor ve haykırıyor:
-Müjde yâ Eba Leheb! Kardeşin Abdullah'ın Âmine'den bir erkek çocuğu dünyaya geldi. Bir yeğenin oldu!
Sadece aristokrat damarının gururla kabarması yüzünden sevinen ve coşan Ebu Leheb, müjdeci câriyeyi azâd ediyor.
Aradan yıllar ve çığırlar geçecek, Peygamber amcası Ebu Leheb, yeğeninin dünyaya gelişinde gösterdiği sevince rağmen, O'nun dâvasına en büyük düşman kesilecek, dipsiz küfür ummanı içinde kaynayıp gidecek ve ölümünden sonra bir gün mü'minlerin gözüne rüyada görünüp:
-Ah, diyecektir; Cehennemdeyim. Cehennemdeyim ve âzab içindeyim. Ancak Pazartesi günleri âzabım hafifliyor. O zaman parmaklarımı emiyorum ve uçlarından çıkan suyu içiyorum. Zira Pazartesi günü, Allah Resûlünün doğduğunu haber veren câriyeyi azâd etmiştim. Bu hareketimin yüzü suyu hürmetine Pazartesileri hafifliyorum.
"Sakın tepenize sırça köşk kurmayınız. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter."
"İffet-i kalp nasıl olur?"
"Nasıl helalin olmayan biriyle herhangi bir münasebet iffeti gideriyorsa kalbe de Allah'tan başkası helal değildir. O'ndan gayrı oraya her ne girerse kalbin iffeti gider
... Yusuf bu evde olanları bütün teferruatıyla öğrenmek için yanıyordu. Fakat kime sorabilirdi? Şahinde'ye mi? Dinleyeceği şeyler belli idi. Herkesin yaptığı yetmiyormuş gibi bu kızı şimdi de kendisi mi üzmeliydi? Muazzez'in hâlâ temiz olduğu ve kendisini sevdiği hakkındaki kanaati kâfi değil miydi?