Herkesin kabul etmesi gerekir ki, bir yasa ahlâk yasası olarak geçerli olacaksa, yani bir yükümlülük nedeni olacaksa, mutlak zorunluluk taşımalıdır; ''yalan söylemiyeceksin'' buyruğunun, sırf insanlar için geçerli olduğu, diğer akıl sahibi varlıkların ise ona aldırış etmeleri gerekmediği düşünülmemelidir. Gerçekten ahlâk yasaları olan diğer bütün yasalarda da durum böyledir; dolayısıyla yükümlülük nedeni burada insanın doğal yapısında ya da içinde bulunduğu dünyanın koşullarında değil, a priori olarak doğrudan doğruya saf aklın kavramlarında aranmalıdır ve temelini sırf deneyin ilkelerinde bulan başka her buyurtu, hatta bir bakıma genel olan bir buyurtu, en küçük bir noktası - belki de yalnızca bir hareket nedeni bakımından- deneysel temellere dayanıyorsa, gerçi pratik kural adını alabilir, ama hiçbir zaman ona bir ahlâk yasası denemez.
Kur'ân-ı Kerîm'de namaz, birçok sûrelerde zikir diye anılmaktadır. Hâsılı Kur'ân'da, halka halinde oturup, yahut ayakta sallanarak Tanrı adlarından birini, sayılı, yahut sayısız boyuna tekrarlamak anlamına bir zikir yoktur.
Tasavvuf, erbabından öğrenilir. Yahut ulemanın, meşayihin kabul ettiği muteber eserlerden tasavvuf hakkında bilgi edinilir.
Abdülbaki Gölpınarlı (kendi beyanıyla sabit) Şii'dir. Tasavvuf ehline, ehli sünnet alimlerine ve eserlerine haksız ithamlarda bulunmuştur.
İlaveten ehl-i sünnet itikadının dışında ki bir mezhebe mensup hiç kimse tasavvuftan nasiplenemez. Manevi terakkiyat kesbedemez.
Doğrudur hocam, bu alan üzerine çok bilgim yok. Sizin özellikle sözünü ettiğiniz hüviyette olan ve giriş mahiyetinde sayılabilecek eserler mevcutsa önerile açığım, öğrenmek isterim.
Oradaki sanat sözcüğünün asıl karşılığı Grekçe ''tekhne'' kelimesi. Yani bizim bugünkü anlamda anladığımız sanattan ziyade, bir işe dair olan hünerliliği, kabiliyeti imleyen bir anlamı var. Bu anlamda kaptanlık, marangozluk, kunduracılık, hekimlik gibi ustalık isteyen her alan ''tekhne''; yani sanat sayılıyor.