Kur'ân-ı Kerîm'de namaz, birçok sûrelerde zikir diye anılmaktadır. Hâsılı Kur'ân'da, halka halinde oturup, yahut ayakta sallanarak Tanrı adlarından birini, sayılı, yahut sayısız boyuna tekrarlamak anlamına bir zikir yoktur.
Tasavvuf, erbabından öğrenilir. Yahut ulemanın, meşayihin kabul ettiği muteber eserlerden tasavvuf hakkında bilgi edinilir.
Abdülbaki Gölpınarlı (kendi beyanıyla sabit) Şii'dir. Tasavvuf ehline, ehli sünnet alimlerine ve eserlerine haksız ithamlarda bulunmuştur.
İlaveten ehl-i sünnet itikadının dışında ki bir mezhebe mensup hiç kimse tasavvuftan nasiplenemez. Manevi terakkiyat kesbedemez.
Doğrudur hocam, bu alan üzerine çok bilgim yok. Sizin özellikle sözünü ettiğiniz hüviyette olan ve giriş mahiyetinde sayılabilecek eserler mevcutsa önerile açığım, öğrenmek isterim.
Oradaki sanat sözcüğünün asıl karşılığı Grekçe ''tekhne'' kelimesi. Yani bizim bugünkü anlamda anladığımız sanattan ziyade, bir işe dair olan hünerliliği, kabiliyeti imleyen bir anlamı var. Bu anlamda kaptanlık, marangozluk, kunduracılık, hekimlik gibi ustalık isteyen her alan ''tekhne''; yani sanat sayılıyor.
Kötülüğün insanmerkezci bir kavram olduğunu idrak ederek inanmaya başlayabilir. Doğada kötülük diye bir problematik olmadığını ön kabul alırsak, kötülük uygarlık ile başlamış (anlamlandırılması ve özgün çeşitlenmesi bakımından) demektir. Uygarlık da insanın bizzat kendi varlığının katılımıyla inşa ettiği bir yapıdır, dolayısıyla mesuliyeti yine insanın kendisine aittir. Neyse, çok şükür bugün de tanrıyı kurtardık :d
O tümcenin erilikle ilgisi yok... Cümleden de anlaşılacağı gibi "kırbacını" unutma demiyor "kırbacı" unutma diyor. Kısacası aslında kırbaç erkeğin değil, kadının sahibiyetinde olan bir nesne orada. Nietzshce'nin Paul Ree ve Lou Salome ile olan ünlü fotoğrafında da görüleceği üzere kırbaç Salome'un elindedir.
Augustinius’un dini Tanrı’nın alim-i mutlak olduğunu, zaten her şeyi bildiğini vurgulayarak doğal dünyanın bilimsel olarak araştırılmasına da ket vuruyordu.
Asıl sebep o değil. Doğa bilimlerinin gelişememesi ta Platon'dan kalan düşünce geleneğine bağlı. Bilinmesi gereken hakikat bu dünyada değildir ki öyle bir araştırılmaya gerek duyulsun. Platon Astronomi'den bahsederken bile gezegenlerin deney- gözlem yoluyla değil akıl aracılığıyla araştırılması gerektiğini söyler. Bu gelenekle bir de Hristiyanlık harmanlanınca iyice tuz biber oluyor işte Skolastik dönemde.
Gerçekten Bay Crombie'nin birçok kez ve sanırım tümüyle haklı olarak vurguladığı gibi, "Platoncu metafizik... matematiksel bir açıklama olanağını hep taşımıştır. "
Evet halihazırda bölüm başkanlığını sürdürmekte Kadir hoca. B. Russell'ın tarihçiliği için ne düşünüyorsun? Aynı şeyleri onun için de söyler miydin? Merak ettim.