Ben Tanrı’dan bile korkardım. Tanrı’nın sevgisine değil, gazabına inanırdım. İnanç. Bu yalnızca Tanrı’nın kırbacını yemek üzere mahkemeye çıkıyormuşum gibi bir histi. Cehennemin varlığına inansam da cennet benim için yoktu.
Annesini manen öldüren
biri, tıpkı kendisinin dünyaya gelmesine sebep olan insanın, yani babasının hayatına kasteden kimse gibi, insan
topluluğundan kendi kendini kovmuş olurdu.
İnsan, daha beşikte iken, işittiği ninnilerle anadilinin tesiri altında kalır. Bundan dolayıdır ki en çok sevdiğimiz lisan anadilimizdir. Ruhumuza vücut veren bütün dini, ahlaki, bedii duygularımızı bu lisan vasıtasıyla almışız. Zaten ruhumuzun içtimai hisleri, bu dini, ahlaki, bedii duygulardan ibaret değil midir? Bunları çocukluğumuzda hangi cemiyetten almışsak, daima o cemiyette yaşamak isteriz. Başka bir cemiyetin içinde daha büyük bir refahla yasamamız mümkün iken, cemiyetimiz içindeki fakirliği ona tercih ederiz. Çünkü, dostlar içindeki bu farklılık, yabancılar arasındaki o refahtan ziyade bizi mesut kılar. Zevkimiz, vicdanımız, iştiyaklarımız, hep içinde yaşadığımız, terbiyesini aldığımız cemiyetindir. Bunların aks-i sedasını ancak o cemiyet içinde işitebiliriz.
İnsan milliyetini, cehaletle tanıyamamışken, sonradan araştırma ve inceleme vasıtasıyla keşfedebilir. Fakat, bir fıkraya girer gibi, sırf iradesiyle şu yahut bu millete mensup olamaz.