Jean Louise düşünebilseydi, o günkü olayları zaman kadar eski, durup durup yinelenen bir öykü olarak değerlendirip, belki de olacakları önleyebilirdi: Onu ilgilendiren bölüm iki yüz yıl önce başlamış, modern tarihin en kanlı savaşının ve en insafsız barışının yok edemediği, gururlu bir toplumda sahnelenmişti; şimdiyse başa sarıyor, hiçbir savaşın ve hiçbir barışın kurtaramayacağı bir uygarlığın alacakaranlığında, dışa kapalı bir arazide yeniden sahnelenmek üzere geri dönüyordu.
Öngörü sahibi olsaydı ve fazlasıyla seçici, yalıtılmış dünyasının bariyerlerini delebilseydi, ömrü boyunca onda bir kusur bulunduğunu, kendisinin de en yakınlarının da fark edemediği, ihmal ettiği bir göz bozukluğu olduğunu keşfedebilirdi. Jean Louise doğuştan renk körüydü.
Ne aklı, ne bilimi, ne de hayat sevincini lanetlediler. Fakat her zaman çocuk ruhunun temizliğini ve gençlik idealizminin ateşini ortaya koymalarını istediler.
Dudaklarımdan yalanlar dökülecek ama belki onların arasına gerçekler de karışmıştır; bu gerçekleri arayıp bulmak ve herhangi bir bölümünün saklamaya değip değmediğine karar vermek size kalmış.
Zweig, kitabında betimlediği karakterin ölümünü şöyle anlatır; “...ve doktor yaşlı adamın kalbini kontrol ettiğinde kalbi artık onu incitmeyi çoktan bırakmıştı..."