Sarılırız gönlümle, dertleşieiz uzun gecelerde. Sabah şafağının bizim olacağını biliriz... üzerimize günün doğacağını, gözlerimize ışık vuracağını biliriz. Tamir olmaya başlayan gönlüme derim ki, her insanı aynı teraziye koyma gönlüm, her insan aynı değildir. İnsandan umudunu kesme gönlüm. İnsan vardır seni kıranlar gibi, insan vardır ilaç gibi... insan vardır şeytana ders verecek, insan vardır meleği kıskandıracak...insan vardır aydınlık bir çiçek bahçesi gibi, insan vardır kuru dikenden oluşan koru gibi.
Çiçek kokusunu verecek, diken dikenliğini yapacak, sen aldırma gönlum. Sen yargılayan olma, Sen genelleyen olma. Bir hesap vardır gönlüm, bizim bilmediğimiz bir hesap... ölüm vardır gönlüm, sonrasını bilmediğimiz.
Sen beni gönderdin
Gülün muştusunu vermek için
İsanın doğumunu yaz gibi
Yahyanın sesini kış gibi
Zekeriyanın ürpertisini
İnsanlara
Bir bahar aşısı gibi
Taşımak için
İnleyen tanyeli dolandı durdu!
Zindanın hıçkıran duvarlarında,
Saatin atacağı artık son turdu,
Saniyeler bile girmişti dara...
Ey inleyen rüzgar! Bunlar hak mıdır?
Bu kadar işkence müstahak mıdır?
Nihayet o sabah kara gölgesi,
Vuruverdi demir parmaklıkların,
Ak duvarda kaydı siluetleri,
Çaprazında üç kalaslı ranzamın...
Anlamıştım dünyanın başka yerinde,
Lanetli bir kızıllık başladi güne...
Hücremizi süpürdük saat altıda,
Saat yedi oldu her şey süt liman,
İnfaz salonundaki koşuşturma da
Doldurmuştu zindanı, dolarken zaman...
Derken, soğuk nefesiyle girdi içeri,
O kana susamış ölüm meleği..
Vehb İbn-i Münebbih (rahimehullahu)'nun anlattığına göre peygamberlerden biri elli yıl Allah'a ibadet etmiş. Allah'ta ona; "Seni affettim!" diye bildirmiş. Peygamber de bu bildiriye karşı "Allah'ım! Hiçbir günah işlemedim ki, neyimi affediyorsun?" demiş.
Bunun üzerine Allah boyun damarlarından birine hızlı atmasını emretmiş, Peygamber o gece uyuyamamış. Gün ağardığı zaman sabah meleği yanına gelince boyun damarlarının hızlı artışından ötürü çektipi rahatsızlıktan ona yakınmış. O zaman melek ona şöyle demiş; "Allah'ın sana diyor ki, elli senelik ibadetinin sevabı boyun damarlarından şikayet etmenin günahını bile karşılayamaz."
Kaderimizdeki büyük, sıkıntı verici olayların sonunun mutlu bitmesi karşısında insan yukarılarda bizi gözleyen sevgi dolu varlığın kim olduğunu büyümeye başladığı dönemde daha fazla merak ediyor.
Rıfat Ilgaz'ın hastaneye yatışı ile ilgili, Başdan gazetesinin, 28.1.1949 gün ve 25. sayısında şu haber verilmiştir: "... hastaneden çıkan Ilgaz, on gün kadar savcılıkta ifadeler ve muhakemelerle meşgul olmuş ve tekrar hastalığı arttığından yatağa düşmüştür. Rıfat'ı para ile yatıracak bir hastane dahi bulunamamış, nihayet Vali Vekili Haluk
Hafız Münâvî’nin genç bir talebesi varmış. Kur’an’ı hıfz etmek için sabahlara kadar yatmaz, çalışır ve en az gecede bir hatim edermiş. Sabah olunca rengi solmuş, benzi sararmış bir halde hocasının karşısına gelir, zorlanarak dersini arz etmeye çalışırmış. Hocası talebesindeki bu hali görünce meraklanmış ve arkadaşlarından bu talebesinin halini