Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Ölüm, sevgi ve yaşam bir ve aynıdır.
Biz yeryüzünü böldüğümüz gibi yaşamı da böldük. Sevgiden tensel ya da tinsel bir şey gibi söz ettik, ilâhi ve beşeri arasında sürüp giden bir savaş yarattık. Sevginin ne olduğunu, sevginin ne olması gerektiğinden ayırdık, dolayısıyla sevginin ne olduğunu kesinlikle bilmiyoruz.
·
Puan vermedi
Ali Şeriati İslamoğlu’nun sitayişle bahsettiği ve öve öve bitiremediği Ali Şeriatî’nin MUHAMMED KİMDİR kitabına bakalım ve “İnsanın eseri o insanın kendisidir” fehvasınca, Şeriatî’yi kendi eserinden tanıyalım. Ali Şeriatî’nin bu eseri, 1988 Ankara baskılı. Basan Fecr Yayınevi. Şeriatî İranlı bir şiî. Bizde İranlılara acemler derler. Dilimizdeki
Ali
AliAli Şeriati · Fecr Yayınevi · 2008210 okunma
Reklam
Doğu Anadolu en iyi koşullar altında bile pek konuksever değildir. 1916’da Ermenilerin göç ettirilmeleriyle toplumsal dokusu parçalanmıştı. Ermenileri göç ettirme kararı ise, Mustafa Kemal Gelibolu’yu savunmakla uğraşırken, İstanbul’daki İttihat ve Terakki Hükümeti tarafından 1915 Nisanında alınmıştı. Bunun üzerine Ermeniler, aynı dini paylaştıkları için kendilerini koruyacaklarına inandıkları Ruslara yanaşmışlardı. Rusların elindeki Kafkas bölgelerinden gelen Ermeniler Rus ordusunda çarpışıyordu ve Türkiye’den gelen bazı gönüllüler de onlara katılmıştı. Ayrıca Osmanlı hatlarının gerisinde de Ermeni ayaklanmaları yaşanıyordu. Sarıkamış’taki yenilgiyle sarsılan ve Çanakkale’de de felaketle karşılaşacağından korkan İttihat ve Terakki hükümeti Ermeni ayaklanmalarının boyutlarını fazla abartmıştı. Sonunda yalnızca savaş bölgesindekiler değil, İstanbul ve İzmir’de yaşayanların dışında, Anadolu ve Trakya’nın çeşitli bölgelerinde bulunanlar da sınır dışı edilmişti. Böylesine acımasız bir hareketi İttihat ve Terakki liderliği “ Ya onlar ya biz” savıyla haklı göstermeye çalışmıştır. Sınır dışı etme eyleminin sonunda Osmanlı iletişim sistemi zayıfladığı gibi, Anadolu da neredeyse tüm zanaatkârlarından yoksun kalmıştı.
Sayfa 197Kitabı okudu
Dokuz yüz kişiyle başlayan tabutlar yüz kişiye düşmüş, nasıl olup da erimiş bitmişler? Mevcudu üç yüz kişi olan bölükten geriye elli kişi kalmış. Onlar da en dayanıklı en kuvvetli olanlar. Savaş en başta en zavallıları en nazlıları götürüyor. Bunların her biri kendilerine nice ümit bağlanmış ana evlâdı. Bunları bu hale kim koydu? Kim bunun sorumlusu? Kimin üzerine kesilecek bu hesap?
Kimisi gereksiz işlerle uğraşır, kimisi şarapla sarhoş olur, kimisi üşengeçlikle sersemler, kimisi başkalarının kararlarına bağlı yaşar, kimisi ticaret ve kazanma aşkıyla tüm dünyayı dolaşır, kimileri savaş tutkusuna kapılır, başkalarını ve kendilerini tehlikeye atar.
Müslüman fıkıhçılar DİH (dârülislam [İslam veya barış âlemi] / dârülharp [savaş âlemi] ) teorilerini desteklemek için Peygamberimiz’in askerî eylemlerine ve Hz. Ömer’in fetihlerine dikkat çekmiştir. Ayrıca sivillerin öldürülmesini veya taciz edilmesini yasaklayan, düşman topraklarının ve mülkünün tahrip edilmesini büyük ölçüde kısıtlayan,
Sayfa 182Kitabı okudu
Reklam
Paris'teki delege Reşid Bey'den gelmiş olan iki telgraf okundu. Bunlardan birisi, Spa Konferansı kararlarını, diğeri de bu kararlar kabul edilmediği takdirde, İstanbul'un Türklerden alınacağını bildiriyordu. Bu bilgiler verildikten sonradır ki, sadrazam bir konuşma yapmış ve hazır bulunanların sözlü veya yazılı olarak mütalaalarını istemişti. Bunun üzerine eski şeyhülislamlardan Mustafa Sabri Efendi, Hadi Paşa, Abdurrahman Şeref ve Mustafa Asım efendilerle daha bazı kişiler konuştular, mütalaalarını bildirdiler. Konuşmaların bitmesinden sonra padişah, antlaşmanın imza edilmesini isteyenlerin, ayağa kalkmak suretiyle oylarını açıklamasını istediği vakit çok üzücü bir görünüş meydana gelmişti. Çünkü devletin en ileri gelen, tecrübeli ve güngörmüş kişilerinin hepsi, "Ayandan Topçu Feriki Rıza Paşa" hariç, ayağa kalkmışlardı. Böyle yapmakla onlar, hükümetin tavsiyesine uymuş, fakat yüzyıllarca şanla, şerefle yaşamış olan büyük bir imparatorluğun yıkılması kararını mühürlemiş oldular. Bundan sonradır ki, hükümet, barış antlaşmasına imza koymak üzere, delegeler heyetine katılmalarını bir hafta önce uygun görmüş olduğu, Hadi Paşa ile Rıza Tevfik Bey'i, bir Fransız savaş gemisi ile yola çıkardı.
Sayfa 157Kitabı okudu
Askerlerinizi düşman üzerine harekete geçirmenin planlarını yaparken, ilk düşündüğünüz husus karşılaşacağınız tehlikenin sonuçlarını ve yok olma olasılıklarını göz önüne almak olmamışsa bu seferden herhangi bir kazançla çıkmanız düşünülemez.
Sonuca Varma ve Genelleme Takıntısı
Oğluyla birlikte yaşayan Kızılderili adamın çok kıymetli bir atı var. Bir gün bu at çiftlikten kaçıyor. Tabii komşuları gelip "Tek varlığınız o attı, çok kıymetlidi, o da gitti... diye ah vah ediyorlar. Adam diyor ki: "Bir dakika, şu anda tek bildiğimiz atın kaçması. Niye üzülüyorsunuz?" İki gün sonra O at, yanında hepsi de birbirinden güzel beş kısrakla geri dönüyor. Komşular bu sefer: Haklıymışsın at kaçıp beş kısrakla geri döndü, ne güzel oldu!" derken, bilge yerli: "Bir dakika, sadece beş kısrak daha geldi, Bunun iyi mi kötü mü olduğunu bilemeyiz. Acele ediyorsunuz." diye onları uyarıyor. Sonra adamın oğlu, o yabani kısrakları eğitirken düşüp bacağını kırıyor. Komşular bu kez de " Eyvah! Tek yardımcın olan oğlun bacağını kırdı. Bu çok kötü oldu!" diyorlar. Adam da "Şu anda olan tek şey Oğlumun bacağını kırmış olması, İyi veya kötü mü onu bilmiyoruz." diyor. Derken O ülkede bir savaş çıkıyor, eli ayağı tutan herkes askere alınıyor. Yerlinin oğlu bacağı kırık olduğu için askere alınamıyor. Komşular bu sefer de "Bak, haklıymışsın. Oğlun sana kaldı..." diye seviniyorlar. Bunun üzerine adam diyor ki: Siz erken sonuç çıkarma hastalığına tutulmuşsunuz. Sadece olaylar olur, bekleyip görün, ne olacağını daha sonra fark edersiniz."
Sayfa 341Kitabı okudu
Sabahın erken saatlerinde ise karaya asker çıkarılmış bunlardan bir kısmı saat 5.45'te, Onuncu Kafkas Tümen Karargahı dolayına gelmişti. Gelenler İngiliz'di ve iki yük otomobiline bindirilmiş bulunuyorlardı. Bu otomobillerin birisinden inen 50-60 kişi lik bir birlik, önlerinde subayları olduğu hâlde, karargâh binasına geldi, silahsız olarak kapıda nöbet tutmakta olan erin ihtarına aldırmayarak içeri girdi ve henüz yataklarında bulunan 61 Türk askerine ateş açtı, 4 er şehit düştü, on tanesi de yaralandı, sonra bunlardan bir tanesi daha öldü. Bu tüyler ürpertici ve insanlık dışı bir olaydı, savaş hâlinde bulunulmadığı bir zamanda yapılmıştı, bu sebeple de yapanlara bir şeref sağlayamazdı. Kaldı ki, bu mesele üzerine eğilecek ve incelemelerde bulunacak olan her tarafsız ve insaflı kişi, bu işi yapanları birer katil, birer cani olarak niteleyecek, ölenleri ve yaralananlan ise mertlik ve yiğitliğin birer sembolü kabul edecektir.
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.