Geçen gün Hudeyde'de gezerken kahve içmek istedim. Bir kahvenin önündeki boş masaya oturduktan biraz sonra yaşlıca bir adam yanıma gelip, selâm verdi; karşımdaki sandalyeyi göstererek "Müsaade eder misiniz?" diye sordu. Ben de "Buyurun" dedim. Bakışlarından, gülümsemesinden sıcak, cana yakın bir insan olduğu anlaşılıyordu. Sohbetimiz başladı. Hudeyde'liymiş; İstanbul'da epeyce bir süre bulunmuş; Türkçeyi de fena konuşmuyordu. Ülkemizin çeşitli yerlerinde ticaret yapmış; son yıllarda ise işini Hudeyde ile Habeşistan arasında yoğunlaştırmış. İhracat, ithalât yapıyormuş. Habeşçeyi de az buçuk biliyormuş. Orayı fethedip, kurduğu adil düzenden dolayı Osmanlı'yı bugün hasretle yâd ediyorlarmış. İki Habeşistanlı yaptıkları antlaşmadan dönmeyeceklerini taahhüt etmek için el sıkışırken Kanunî'yi kast ederek "Akdi Süleyman" derlermiş. Çok eski tarihe sahip olan Habeşler, sadık kalacaklarını taahhüt için "Akdi Süleyman" demek ihtiyacını duyuyorlarsa, bu ceddimizin büyüklüğünü gösterir. Her şey bizim ecdadımıza lâyık olmamıza bağlıdır. Onlara lâyık olduğumuz gün bütün dertlerimiz sona erer, aziz milletimiz tarihine yakışır yere gelir.
Rus General Vsevolojski'nin gözünden padişah 2.Mahmut
Orta boylu, geniş omuzlu ve oldukça yapılıydı. Yüzü esmer, fakat anlamlı bir çehreye sahipti. Gözleri basiretli, bakışlarında ise bir sertlik, hatta yavuzluk vardı. Kaşları yay, Kartal burunlu, ağzı küçük fakat hepsi orantılı idi. Merhamet göstermek istediği zaman yumuşak bakışıyla hatta gülümseyerek selama karşılık veriyor. Fakat başıyla hiçbir zaman selam vermiyordu. Sakalı oldukça siyahtı boyun bağı hemen anlaşılıyordu. Dediklerine oldukça sağlam bir bünyeye sahipti. Hiçbir zaman tedavi görmemişti. Sultan çok zevkli giyiniyordu. Üzerinde yeni tarz bir Türk kıyafeti vardı. Sultan'ın gördüğüm gün üzerinde mavi çuhadan bir kaftan vardı. Altın mahfuzla işlenmiş düzgün ve orantılı Fransız ayakkabılarıyla çok güzel giyinmişti. Kaftanın üzerinde giydiği kısa trençkot göğüs kısmında pırlanta fermuarla tutturulmuştu. Ellerinde ise eldiven vardı.
Sayfa 109Kitabı okudu
Reklam
Arkasında karşılayıcıları ile rıhtımdan, Dolmabahçe sarayının büyük merasim salonuna gitmek için saray merdivenlerini çıkarken, birden adımlarını yavaşlattı, durakladı. Başını arkasına çevirdi. Istanbul'un iki kıyısı ile denizin yüzü hâlâ bağrışan, haykıran insan sesleriyle uğulduyordu. İstanbul'a bir süre baktı. Sonra birden, sert adımlarla saraya yöneldi Niçin duraklamıştı? Ne düşünmüştü? Niçin arkasına bakmıştı? Birden 16 Mayıs 1919'un o karanlık hatırasına mı gömülmüştü? Ever şimdi şu Türk harp gemilerinin selam topları attığı Boğaz önleri, 11 Mayıs 1919'da, sıra sıra yabancı düşman gemileriyle doluydu. Hatta 1 Kasım 1918'de, yani Osmanlı yenilgisinden sonra cepheden dönerken Haydarpaşa iskelesinde onlardan 53 gemilik bir filonun İstanbul önüne gelişini görmüştü. Gerçi bir taraftan bunları seyrederken, bir taraftar yaveri Cevat Abbas'a: "-Geldikleri gibi de giderler..." demişti. Evet demişti ama, onların bu kadar çabuk ve hem de gene kendi azim, karar ve teşkilatçılık kudreti önünde yenilip gideceklerini acab düşünebilmiş miydi? Mucize ne kadar büyüktü. 16 Mayıs 1919 ki, daha o hırpani Bandırma vapuruna binerken Rauf Bey ona: "Paşam, şimdi haber aldım, gitme ya seni tevkif edecekler ya gemini batıracaklar..." dememiş miydi?
SON...
İstanbul'da besmele çeksek Halep'ten yol alsak Şam'a nazar etsek Kudüs'te kayama dursak Medine'de selam verip Mekke'de secdeye varsak
Sayfa 169
Protokol krizi,
1497'de Rus knezliği elçisi İstanbul'a Osmanlı Devleti'nin padişahı elçi olarak gelen Pleşceev padişahı önünde diz çökerek selamlaması gerekirken eğilerek selâm verdi. Padişah, Rus knezlerin komşusu Kırım Han'na yazdığı mektupta Knez elçisinin durumunu belirtip, Rusların doğrudan Padişah'la değil Kefe Valisi'yle temas kurmalarını emretti.
Sayfa 16
Unutmamak gerekir; 1099’da Kudüs’e girdiler, 1204 yılında İstanbul’a girdiler. 1917 yılında Kudüs’ü aldılar, 1918 yılında İstanbul’u işgal ettiler. 1917’de Kudüs’e giren İngiliz Orduları Kumandanı General Allembi iki gün geçmeden Şam’daki Selâhaddîn Eyyûbî’nin türbesinde sandukasını tekmeliyor ve “Kalk Selâhaddîn biz geldik.” diyordu, 1920’de İzmir’i işgal eden Yunan orduları komutanı Venizelos’un oğlu Sofokles Osman Gazi’nin türbesine gidiyor, sandukasını tekmeliyor ve “Kalk ey koca sarıklı seni yenmeye geldim.” diye bağırıyordu. Hasılı-kelam; tarihî gerçekler ortada. Haçlı ordusu ile siyonistlerin oyunları gün gibi bedihi. Mekke ve Medine İslam’ın nasıl ruhu ise Kudüs ve İstanbul’da damarında dolaşan kanıdır. Kudüs düşerse İstanbul düşer. Ümmet sendeler, yetim kalır. Bu hep böyle bilinmeli ve Kudüs’e her dem sahip çıkılmalı.
Sayfa 32 - DİBKitabı okudu
Reklam
721 öğeden 621 ile 630 arasındakiler gösteriliyor.