Pek muhterem Ali Ulvi Kurucu Beyefendi'ye Muhterem efendim,
Biz ilâhî beldeye, siz vatana mütehassir olarak geçirilen yıllar ömürlerimizi azalttıkça artan ıztırâbdan bir selâm olsun diye şu birkaç satırı sunuyorum. Îmân ile beraber ümidlerin de artması lazım olduğunu düşünürken, me'yûs varlığımızın burada meʼmûr olduğu hizmeti bir zerre bile îfâ edemeyecek derecede mecâlsiz olduğunu hissede ede günler geçirmekteyiz. Perişan duygularla meflûc tasavvurların dünyâsı olan küremizde bir sadâ bile bırakamadan sönecek varlığımız, ne kendisini, ne de bir zerrecik hayatın hikmetini anlayamadan şu arza vedâ ederken bir lahzada büyük hikmetin sırrına ermek zorunda imiş. İşte bu sefil dünyâda o bahtiyarlardan olmak emeliyle sürünmedeyiz. Bahtiyar beldeden nûr, niyaz ve mağfiret beklemekteyim. Size sonsuz tehassür, hürmet ve selamlarımı sunarken bizleri de kurtarıcı olmasını dilediğim mübarek bayramızını tebrik ederim.
İstanbul, 9 Nisan 1964 Hürmetkârınız Nureddin Topçu
(Nureddin Topçu Bey'den Ali Ulvi Kurucu Efendiye mektup. 1964)
Vücutlar bir dönüşle erir bengisudur kayboluş pelerinleri
Selâm safında toplanır kalbimizin müminleri
Sızar pancurlardan günışığı loş bir âmentü örneği
Eski mimarların avuçlarından akar gibi
Bağlarda sarhoşluk üzüm salkımlarından taşar
İnsan doğar bir kere daha doğar sonsuz doğuşu yaşar
Gelecekler yansır kırılmış antik kristallerden
Ses ve çizgi
Dedemin selamı meşhurdu dedim. Bir keresinde dayımla İstanbul'a gitmişler. Galata Köprüsü'nden geçiyorlarmış. Dedem yine her zaman olduğu gibi sağına soluna, önüne gelen herkese selam vere vere yürüyünce... Herkes birbirine bakışmaya başlamış. Tuhaflarına gitmiş. Dayım: Baba, demiş, burada selam vermesek olmaz mı? Niye, diye sormuş dedem. Dayım: Bunların içinde Müslüman olmayanlar da var. Hem pek alan da yok! deyince, dedem: Olsun babam, demiş, onlar almazlarsa ben geri alıveririm selamımı, olur biter. Biz verelim de onlar almayacaksa gine almasın...
"Yüzbaşı Faruk, İstanbul. Beni emretmişsiniz."
Uzun boylu, kumral, yakışıklı, biraz bıçkın havalı bir subaydı. Nazır önündeki bir yazıya bakarak, yumuşak bir sesle, "Oğlum.." dedi, "..dün akşam Beyoğlu'nda, İngiliz İnzibat Subayı Teğmen Miller'i, emre rağmen selamlamamışsın. Doğru mu?"
"Evet efendim,
"Selamun aleyküm Nil."
"Aleykümselam, günaydın"
İşte sabahın en keyifli diyaloğu buydu benim için. İstanbul barlarının müdavimi Nil'e usturuplu bir selam ve karşılığı bekleyiş. Buna bayılıyorum. İlk zamanlar kekeleyip başka karşılıklar vermesine rağmen sonraları o da içten karşılık vermeye başladı. Bu tip bir selam onun için sadece burada gerçekleşiyordu. İkimiz için de terk edilmemesi gereken bir alışkanlığa dönüşmüştü bu selam.