“Yapma Şehsuvar, senin mizacın siyasete uygun değil,” demiştin. Beni benden daha iyi tanıyormuşsun. Doğruymuş, hele fedailik, kahramanlık, hiçbiri bana göre değilmiş. Pişmanlıkla söylenmiş sözler değil bunlar, son yirmi yılın dökümü. Sakın yanlış anlama, yaptıklarımı küçümsemiyorum, dahası bağlı olduğum fikirlere hiçbir zaman ihanet etmedim. Ne arkadaşlarıma, ne cemiyete, ne de davama. Korktum, evet ölesiye korktum ama başa çıkmayı öğrendim o duyguyla. Benimkisi bir tür kendini bulma, bir tür içe dönüş, tefekkür. Fırtınalı okyanuslardan kurtulup, ölü bir denizde batmayı bekleyen yelkenli gibi çaresiz, öylece kalakalmışken, insan daha iyi değerlendiriyor kendini. İnkar etmiyorum, bu son yirmi yılda dünyanın serüveni geçti başımdan, suikastlar, hükümet darbeleri, harpler ama onlardan geriye pek bir iz kalmamış olmalı ki, sadece sen ve Selanik beliriyor olanca canlılığıyla gözlerimin önünde.
Görse de umurumuzda değildi bir Müslüman’ın bir Yahudi kızın elini tuttuğunun fark edilmesi. Ülkede ihtilal olurken kim aldırırdı ki böyle bir münasebetsizliğe? Hürriyet artık bu şehrin havasına, suyuna, toprağına karışmıştı. Evet, sadece biz iki aptal âşık değil, bütün bir Selanik; denizi, gökyüzü, ağaçları, sokakları, binaları ve insanlarıyla tek vücut, tek ses, tek irade olmuş tarihin o haklı isteğini yerine getiriyordu. Ve hiç kuşkusuz inkılap anında hoşgörüyü en fazla hak eden eylem, aşk olacaktı.
Reklam
1. Dünya Savaşı ve Osmanlı
İngiliz kabinesinde, denizaşırı topraklardaki çıkarların nasıl korunacağına dair sürekli bir endişe hissedildiği gibi sonuç getirici hamleyi Şarkta aramayı öneren bir de hizip mevcuttu. Lloyd George un başını çektiği bu hizip, sonucu batıda arama taraftarı olanlarla tam fikir aynılığını vurgulamak üzere "Şarklilar" diye biliniyordu. Her
Sayfa 589Kitabı okudu
- Anne, ben yarın Anadolu'ya gidiyorum. Buraların hâli malûm değil. Selânik nasıl elden gittiyse buralar da öyle olabilir. Ben, kurtarmaya çalışacağım. Ne elimden gelirse onu yapacağım. Fakat bu işte tehlike çoktur. Hesapta ölmek, gidip gelmemek vardır. Bana hakkını helâl et... Sen de bunları iyi dinle Makbuş, işler fenaya dönerse sakın buradan ayrılmayın. Bütün paranızı sarf edersiniz, paranız biterse, halılarınızı, kıymetli eşyanızı satarsınınız. Bir kere daha söylüyorum. Ne olursa olsun yola çıkmaya kalkmayacaksınız. Muvaffak olamazsam zaten sizi öldürürler, o zaman elbet, ben de ölmüş olurum.
Sultan II. Abdülhamid, 27 Nisan 1909'da tahttan indirildikten sonra Selânik'e sürgün edilmiş ve 1912'ye kadar son derece zor şartlar altında Allatini Köşkü'nde ev hapsinde tutulmuştu. Sultan'a hal'ini bildirmek üzere seçilen heyette yer alan Yahudi Emmanuel Karasu'nun, 1492 sürgünüyle Selânik'e yerleşen bir aileye mensup oluşu, ibretlik bir hikâyedir.
Batı'nın pençesinden kurtulmak için girişilen reformları medrese ve cami asla benimsememiş, halk yığınları da onların manevi hakimiyeti altında olduğu için batı medeniyetçiliği pek küçük bir azınlığın malı olmuştur. Daha yirminci yüzyıl başlarında bile ancak İstanbul, Selanik ve Beyrut gibi Frenk ve Hıristiyan şehirlerde kravatlı ve Avrupa giyimli Türklere rastlanırdı. Taşralarda sivil ve asker idare adamları ile halk arasındaki fark, sömürgelerdeki koloni adamları ile yerliler arasındaki farkı andırırdı.
Sayfa 32
Reklam
1.000 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.