Düşünüyorsun. Daima düşünüyorsun! Fakat kimi? Benden korkma! Beni mahrem say! Yüzüm siyahsa ruhumun da karanlık mı olması gerekir? Ben bir eksik vücutsam bir kalbe de sahip değil miyim? Kimseye acımaz, kimseyi sevmez miyim?
Hayatımda ilk kez Servet-i Fünun döneminden bir eser okudum ve çok da yakın olmadığım bu dönemi iyice mercek altına alma kararımı netleştirdi bu kitap. 1 günde rahatça bitirilebilecek bu eser özellikle o dönemde Osmanlı'da insanların nasıl yaşadığı, toplumumun sınıfsal olarak nasıl ayrıştığı, kadınların toplum içinde nasıl bir yer aldığını ana karakterimiz Dilber ile gözler önüne seriyor. Dili yeni okuyucular için biraz ağır olabilir ama aşina olanlar için gayet keyifli ve akıcı.
“Ağlamak, uğradığımız felaketlere karşı vücudumuzda kalan son kuvvetin bir feryadıdır. Ağlayamadığımız zamanlar bizde o gücün de mahvolduğu vakitlerdir ki onun yerine kaim olan acılı bir sükunet en şiddetli acıların hasıl ettiği gözyaşlarından bile daha yakıcıdır.”
“Zavallı çocuklar! Sizin o mini mini elleriniz birkaç asırdan beri insanlığın altında inlediği esaret zincirlerini kırmak için değil, belki kendiniz gibi küçük kuşları, güzel çiçekleri okşamak içindir.”
ağlamak, uğradığımız felaketlere vücudumuzda kalan son kuvvetin bir feryadıdır. ağlayamadığımız zamanlar, bizde o kuvvetin de mahvolduğu vakitlerdir ki onun yerini alan dokunaklı bir sessizlik en şiddetli acıyla dökülen gözyaşlarından daha yürek sızlatıcıdır.
Sergüzeşt romanı Tanzimat 2. Dönem yazarlarından Samipaşazâde Sezai'nin " esir , kölelik ve cariyelik temalarını işlediği tek ve en önemli romanıdır. Burada bir paşanın oğlu olan Celal Bey ve cariyenin aşkı anlatılmaktadır. Aslında en başta bir ismi olmayan esirci tarafından Batum'dan gelen bir vapurla Tophane İskelesine getirilen