Bilinç akışı tekniğinin mucidi olarak kabul ediliyormuş kendisi. Bu tarzın sevicisi olarak teşekkür ediyorum.
Kitapları, onlardan çok fazla şey beklemeden okuyorum. Gündelik hayatımda aklıma gelmeyecek bir düşünme yoluna sokmaları yeter de artar benim için. Hele böyle sayfa sayısı az kitaplar, herhangi bir sorumluluğa sahip değildir.
İlk sayfalarda pek beğenmedim kitabı. "Olsun," dedim "beni 1900'lerin Fransa'sında gezdirse yeter." Normalde zaman, mekan, karakter ve olay örgüsünü birbirinden ayırarak inceleyici bir bakışla bakamam. Aslında bunu yapsam iyi olur çünkü yazmaya hevesli birisi olarak işime yarayacak çıkarımlarda bulunabilirim. Olayın his boyutunu es geçip kitaplara formüle edilişleri üzerinden yaklaşmak da bu işin bir diğer tarafı tabi. Ama her meselede olduğu gibi bunda da makul bir orta yol vardır elbet. Bu kitapta Fransa'da gezeyim en azından demişken bilinçsizce mekanı çekip almışım aslında. Sonradan karaktere alışınca fark ettim. Bu sefer işin içine karakter de girince her ikisini ayrı ayrı ele alabildiğimi fark ettim. Burada başka bir bahis daha açmama gerek: Düşündüm ki kitaplarda alışmanın en zor olduğu öge karakter. Zaman, mekan ve hatta olay örgüsü bile daha kolay ısınabildiğimiz şeyler. Bilinç akışı ile yazılmış kitaplarda ise karakter metnin büyük bir kısmını kapladığı için bu kitaplara ısınmak daha fazla zaman alabiliyor. Bu kitap özelinde söylemiyorum, bu tarz kitaplar okurken başlangıçtaki sıkılma ya da beğenmeme hislerine pabuç bırakmadan, ileride çok daha farklı hissederek ilerleyeceğini bilerek okumak gerekiyor.