Nietzsche’nin zihni, varoluşun ereğiyle meşguldü. O, bu sorunu çok özgül bir bağlamda ortaya koyuyordu: Eğer, kendisinin inandığı gibi, Tanrı ve temsil ettiği her şey öldüyse ve Hıristiyanlığın değerleri, artık Avrupa uygarlığına etik ve kültürel temeller sağlayamıyorsa, o halde, şu soru “doğrudan doğruya tüm korkunçluğuyla karşımıza çıkar: Sonuçta varoluşun herhangi bir anlamı var mı?”