ATSIZ'DA TÜRK-TÜRKÇÜLÜK-MİLLİYETÇİLİK: 1943 yılındaki En Sinsi Tehlike broşüründe "Siyasî, içtimaî mezhebim Türkçülüktür." (Atsız 1992: 68) diyen Atsız'ın Türkçülüğüne geçmeden önce onun genel olarak "milliyetçilik” hakkındaki düşüncesini aktarmak doğru olacaktır. Ona göre milliyetçilik sosyal bir kanundur: "Tarihin
Değil... değil... fakat şu muhakkak ki bugün olduğum gibi olmak da istemiyorum. Büsbütün başka bir hayat, daha az gülünç ve daha çok manalı bir hayat istiyorum. Belki bunu arayıp bulmak da mümkün... Fakat içimde öyle bir şeytan var ki... bana her zaman istediğimden büsbütün başka şeyler yaptırıyor. Onun elinden kurtulmaya çalışmak boş... Yalnız ben değil, hepimiz onun elinde bir oyuncağız... Senin dünyaya hâkimiyet planların bile eminim ki onun mahsulü...
Reklam
Ayrıca sağlık ve ona eşlik eden neşe her şeyin yerini alabilir fakat hiçbir şey onların yerini alamaz. Nihayetinde onlar olmadan dışarıdan gelen herhangi bir mutluluğun tadını çıkarmak mümkün değildir, bu yüzden mutluluk hasta insan için mevcut değildir. Sağlık olduğunda her şey bir zevk kaynağıdır. Bu nedenle sağlıklı bir dilenci, hasta bir kraldan daha mutludur. Şu halde insanların birbirlerine başka şeyler yerine her daim sağlık durumlarını sormaları ve esenlik dilemeleri, sebepsiz değildir. Zira mutluluğun onda dokuzu budur. Sonuç olarak aptallıkların en büyüğü, sağlığını feda etmektir, her ne için olursa olsun: İş için, eğitim için, şöhret için, terfi için, şehvet ve anlık zevkler için. Tersine: Ne var ne yoksa, her zaman sağlığın ardından gelmelidir.
1964 yılında, yine Ali Fuat Başgil'e karşı yazdığı “Uydurma Milliyetçilik" başlıklı yazıda Atsız, örneklerle açıklık getirir: "Karışmada, karışanlardan hiçbirinin özelliği ötekilerden belirli bir şekilde üstün olmaz. Hepsinden bazı şeyler alınır. Dillerden üstün geleni de asliyetini kaybedip yapı değişikliğine uğrar. Fransızlar böyledir. Kelt (yâni Goluva) yığını üzerine Lâtinler (yâni Romalılar) gelip karışmış, Keltler ağzında iyice bozulup değişen Lâtinceden çıkma kaba bir dille konuşan bir halk peyda olmuş, bundan beş yüz yıl sonra da Cermenler (yâni Almanca konuşan Franklar) gelerek yeni bir karışma daha olmuş, Goluvalar zamanında kumralken, Lâtinlerle karıştığı için iyice esmerleşen halkın terkibine sarışın bir unsur daha katılmış, bunların kaynaşması da dört asır kadar sürerek, dokuzuncu asırda yeni bir millet ortaya çıkmıştır. Bu millet, adını Franklardan, dilini Lâtinlerden, mizacını da Goluvalardan alan bir topluluktur. Bu, bir karışmadır." "Eritmede ise, bir büyük yığın, küçük yığınları yutar, kendisine benzetir ve bir müddet sonra eriyenden hiçbir şey kalmaz. Çin'i ve Hindistan'ı alan Türklerin başına gelen budur..." "Örnek vermek gerekirse, şöyle diyebiliriz: Bir bardak suya iki çorba kaşığı limon suyu ile yirmi gram şeker karıştırılırsa ortaya çıkan şey ne su, ne limon, ne de şekerdir. Az çok hepsinin özelliklerini taşıyan limonatadır. Fakat bir bardak suya beş damla limon suyu veya bir gram şeker karıştırılırsa, suyun lezzeti ve mahiyeti değişmez. Terkibinde limon veya şeker olduğunu anlamak için kimya tahlili lâzımdır."
Çok şey değişti. Ve çok şey de değişecek, yaşadığımız sürece. Bir şeylere yaklaşacağız, bir şeylerde uzaklaşacağız. Birilerini hep hatırlayacak, birilerini de sonsuza dek unutacağız. Daha iyiye gidecek bir şeyler, sonra daha kötüye. Kapılar açılıp kapanacak. Kimi zaman kendimizi bile tanıyamayacak hâle geleceğiz. Sonra daha iyi bir hâlimizle buluşacağız. Hiç geçmeyecek gibi hissettirecek bazı şeyler. Sonra geçecek. Yeryüzünde bu yüzden varız hâlâ. Biraz durup arkaya yaslanmalı ve yalnızca izlemeli. Biraz nefes almalı. Ay, su, toprak ve güneş hâlâ yerinde. Her şey bir şekilde yolunda. Öyle gelmediğinde bile.
240 syf.
10/10 puan verdi
·
3 saatte okudu
yanpasajyayinevi 'nden yine harika bir kitap okudum. Yayınevinin gerçekten özenle seçtiği hikayelerin tümü okura bir şeyler veren, düşünmeye ve kendini anlamaya iten türden. Yani bana göre bir kusur bulan olursa bu kişinin kendi sorunudur. Eh herkes satır arası okumada başarılı olacak değil ya #marianaçukuru 'nu okurken birkaç duygu geçişini peşpeşe yaşadım. Eski bir acıyı ve bana hissettirdiklerini hatırlayıp depresyona doğru adım atacakken, bir mezarlık randevusu yaşandı ve ağlanacak hale gülmeye başladım. Ana karakter Paula'nin iç dünyası haliyle kötü ama espri kabiliyeti şahane. Zaten konik insanlar daha çok acı çeker iç dünyada... şu çılgın yaşlıların çıplak derneğine kahkaha kopardım bu aradam Ama bu hikaye bir yandan da deniz fobimi depreştirdi. Birkaç küçük boğulma vakam var da geçmişte Aslında hikayenin ana teması yas süreci. Paul'a bir üniversite öğrencisi ve küçük erkek kardeşine çok düşkündü, kardeşi de öyleydi. Ve bir gün Mariana Çukuru'na düşüyor, boğularak ölüyor. Paula yasın getirdiği suçluluk psikolojisi içerisinde ve terapi alıyor, kardeşinin mezarına gidemiyor. Ama bir gece mezarlığa gidiyor ve orada Helmut adında yaşlı bir adamla karşılaşıyor. Bu adam karısının küllerini çalmaya gelmiş meğer ve kavanozunu bir yere götürmeye niyetli. Paula ile komik bir isbirligiyle mezardan kaçıyorlar ve kendilerini bu yolculukta buluyorlar. Kim kimin iyileşmesine yardımcı oluyor bilinmez, ama okurun bu yolculuğu okurken hayatindaki pek çok şeyi gözden geçireceği kesin. Epope dehşet ve ibretle #yanpasajaşktır diyerek kitabı tavsiye eder.
Mariana Çukuru
Mariana ÇukuruJasmin Schreiber · Yan Pasaj Yayınevi · 202445 okunma
Reklam
1.000 öğeden 981 ile 990 arasındakiler gösteriliyor.