Sukut-u hayal" tamlaması, Servet-i Fünûncuların uydurdukları bir söz, ama tamlayanı da, tamlananı da Arapça. Neden böyle yapmışlar diye sorulacak olursa, eskilerce Arapçaya gösterilen saygıyı bunun nedeni diye gösterebiliriz.
Fakat ne yapayım ki bir kere Pervin'in üstüne kurduğum asılsız hayali sevmişim; bu güzel hayalin kaybolmaması için onu hakiki mahiyeti içinde seyretmekten korkuyorum. Vakıa herşeyi öğrenmek istiyorum; fakat bir taraftan da sukut-u hayal korkusuyla, hakikatten kaçıyorum, sukut-u hayal korkusu ve aldanmak ihtiyacıyla kendimi avutup duruyorum; ta ki hakikat, kendi ayağıyla bana gelecek, zorla muhayyileme girecek, savurucu bir rüzgar gibi orada ne kadar asılsız ve güzel vehimleri varsa hepsini tarumar edecek, beni kendime getirecektir.
Hayal yapmıyorum ki sükut-u hayal den korkayım.Kendimi daima kontrol ediyorum.Ümitlerimin asgari bir tahakkuk imkanı dairesine aşmamalarına bakıyorum.En azı istiyorum.
Ve öyle bir sevinç ve sürur-u mesudiyetkârane veriyor ki tasvir edilmez. Çünkü âdi bir nefere denilse: "Sen müşir oldun." Ne kadar memnun olur.
Halbuki fâni, âciz bir hayvan-ı nâtık, zeval ve firak sillesini daima yiyen bîçare insana;
■ Birden ebedî, bâki bir cennette, Rahîm ve Kerîm bir Rahman'ın rahmetinde
■ Ve hayal süratinde, ruhun vüs'atinde,
■ Aklın cevelanında, kalbin bütün arzularında, mülk ve melekûtunda tenezzühe, seyerana ve cevelana muvaffak olduğun gibi saadet-i ebediyede rü'yet-i cemaline de muvaffak olursun denildiği vakit,
İnsaniyeti sukut etmemiş bir insan, ne kadar derin ve ciddi bir sevinç ve süruru kalbinde hissedeceğini tahayyül edebilirsin.