Hayrat ve hasenätta görüldüğü gibi Osmanlı da şefkat ve mer- hamet, hayvanlar ve bitkilere kadar uzanmıştır. Hayvanları ve bitkile ri himayede bütün Osmanlılar, adeta bu hususta kurulmuş mevhum bir müessesenin gönüllü üyesi gibidirler.
Ez-cümle:
a. Hayvanlara haddinden fazla yük taşıtmak känûnen yasaklanmıştır. Zabıta kuvvetleri bu yasağı ihlal
Sultan Süleyman Han bir sandık dolusu ALTIN ile gömülmesini vasiyet etti.
Ulu Hakan KANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN'IN cenazesi, dört yüz muhafızın nezaretinde İstanbul'a getirildi. Süleymaniye Camii'nin musalla taşına kondu. Cenaze namaza beş yüz müezzinin, tekbirleri birbirlerine aktarmaları ile kılındı. Cemaa'tin arka ucu Fatih Camii'ne dayanıyordu.
Kanûni'nin naaşı, kabre indirilirken bir sandık getirilip "Vasiyeti gereğidir!" denilerek, o da kabre konulmak istendi. Şeyhülislam Ebussuüd Efendi, bu duruma müdahale etti. Cenâze ile beraber kıymetli bir şeyin gömülmesinın câiz olmadığını bildirdi. Ebussuüd Efendi ye bunun, Hâkan'ın bir gün evvelki vasiyeti olduğu bildirilince, merakla sandığı açtı. Kendisinin Hünkar'a verdiği fetvaları karşılaştı. Hayretler içinde donakaldı.
"-Sen kendini kurtardın ulu Hâkan! Biz yarın âhirette ne yapacağız?!." diyerek hüzünlendi ve ağlamaya başladı.
Zira Kānūni, hayatı boyunca yapacağı her işin fetvāsını almış, ondan sonra icra etmişti.
Kânûnî, kul hakkından çok korkar, adil bir halîfe olmaya çok gayret ederdi. Süleymâniye Câmii ve külliyesi tamamlanınca, mimarından işçisine kadar herkesi topladı. Cenâb-ı Allah'a hamd ettikten sonra konuşmasına başladı:
"-Ey dîn kardeşlerim, bu Câmi-i Şerîf Allah'ın izni ile tamamlanmıştır. Hatâ ile ücretini alamayan varsa, gelsin ücretini alsın! Olabilir ki, o kimse burada değildir. Bulunanlara ricâm ola; onlara bildireler! Onlar da gelip bizden haklarını alalar!"
Vesîkaların tedkikinden anlaşıldığına göre; inşaatın en zor zamanlarında hayvanlar için dahî bir program yapılmış; çalıştırılan at, merkep ve katırların dinlenme ve çayırda otlatma saatlerine dikkat edilmiş, hiçbir mahlükâtın hakkına tecavüz edilmemesine gayret gösterilmiştir. Kânûnî'nin bu muazzam mâbedin inşaatında kul ve hayvanât hukūkuna böylesine titizlik göstermesi, belki de Süleymaniye Câmii'ndeki o esrarlı ve ka'bına varılmaz rûhâniyetin temel sâiklerinden biridir.
Camilerinin kurşun kubbelerinde fetih ordularının miğferleri duran İstanbul! Bir devin ufka yuvarladığı bir dağ: Süleymaniye Camii! Altında bir millet ayağa kalkıyor gibi duran kubbe! Süleymaniye'nin bu kubbesi ufuktan sökülmelidir ki İstanbul ne kel, ne uyuz bir topraktır anlaşılsın... Sonra bu minareler: Gökyüzünü madalyon bir ayna parçası gibi tutan, birer kız kadar narin minareler! Bunların ucuna her fetih bayrağından takılan bir hilal! İstanbul, Süleymaniye yapıldığı gün bizim oldu!
Süleymaniye Camii'nin minarelerinden: ''Hayyalel felâh! Hayyalel Felâh!'' diye bağırıyorlar. Yani ''Hadi felâha!'' ''Felâh'ın Türkçesi ''kurtuluş''. Esir bir şehirde insanları secde ederek kurtuluşa çağırmak pek uygun mu düşüyor, ne?