Tanrısal sentezi temsil etme ihtiyacı miti, efsaneyi, kısmen edebiyatı, kısacası genel olarak sanatı ortaya çıkarmıştır. Tanrı düşüncesinin, sentezin, tanrının sanatsal olarak maddileşmesi, ete kemiğe bürünmesi tapınakları, heykel sanatını ve ister istemez ilk edebi denemeleri yaratmıştır: yani ilahileri,
şiirleri ve destanları… Aynı şekilde, tapınakların inşa edilmesi Sümer-Babil'de astronomi incelemelerini, Mısır'da geometriyi, Yunan'da orantıyı vb geliştirdi. Genel bakımdan dinlerin kurumlaşması, uygarlaşma ve kültür dediğimiz şeyle bağlantılıdır, çünkü dinsel düşüncelere dayanmayan ne uygarlaşma ne de kültür olmuştur, fakat yalnız dine de dayanmamışlardır. Sadece ekonomik olan uygar veya kültürel kurumlar da olmamıştır, çünkü ekonomik ihtiyaçlar karşısında bile insan dinsel bir tepki vermiştir. Kuşkusuz en baştan beri -yani Sümerler ve Mısırlılardan beri- iktidar alanlarını (tapınak ve saray) birbirinden ayırma girişimleri olmuştur, ama uygarlığımızın tarihine ilişkin hiçbir çalışma dinin, tanrının yerini bugün görmezden gelemez. Sanatların ve bazı bilimlerin neredeyse her zaman dinsel kökenli olmaları, insanın yüce olanı maddileştirme, açıklama, akılcılaştırma zorunluluğunu, yani açıklanamayan ve indirgenemeyen akıldışı olanı aklın terimlerine tercüme etme zorunluluğunu gösteriyor.
İlk dinlerin, ilk yüceltmelerin gelişimi, toplumsal tarihin tartışmasız lokomotifiydi, ama bir kez daha tarihsel dönüşüm gitgide bu "ilk lokomotifler"i devre dışı bırakmış, yerlerine kutsallıktan arındırma eğilimi geçmiş, yani modernliğin tohumları atılmıştır.