"Eski büyük yalılar Osmanlı İmparatorluğu'nun küçücük birer minyatürü gibiydiler. Burada her türlü vazife gören adamlar yalının müşterek hayatından istifade ederlerdi. Dadı Çerkeş, bacı Zenci, hizmetçi Rum, evlâtlık Türk, sütnine melez, kâhya kadın Rumelili, ayvaz Ermeni, aşçı başı Bolulu, hamlacı Türk veya Rum, harem ağası Habeş, bahçıvan Arnavut olur; Müslüman, Hristiyan bu unsurlar bu çatı altında toplanarak imparatorluk içindeki anlaşmayı ve anlaşmamazlığı, yaşayışı burada devam ettirirlerdi."
-Abdülhak Şinasi Hisar
Saffet ona çocukluğunda çok düşkün olduğu bir sütnine çocuğu kadar tesir yaptı, Azize her gün bir arzusu olan bir bebekti; Hasan'a gelince, o da, biraz uzaktı, gerçi koptu zannettiği zincirin yeri biraz acıdı.
Dini ve sanatı anne ve sütnine gibi sevmiş olmak gerekir, -yoksa bilge olunamaz. Ama onlardan öteye bakabilmek, onların dizinin dibinden kalkabilmek gerekir; onların yörüngesinde kaldığımızda onları anlayamayız. Tarihi de, terazi kefesiyle oynanan itinalı oyunu da bir o kadar tanımalısın...
Ne dedin Kınalı Yapıncak... Beni hiç mi unutmayacaksın? Saçlarının sarı telleri birer birer ağarıncaya kadar beni kalbinde mi saklayacaksın? Bunlar cahil dadı, sütnine masallarına mahsus yanlış, gülünç fikirler çocuğum... Sevdayı size ne fena, ne yanlış öğretiyorlar? Biz birbirimizi seviyoruz sanma Kınalı Yapıncak... Ben senin için güzel bir keman sesinden başka bir şey değilim... Nasıl ki sen de benim için bir tatlı yaz rüyasından ibaretsin... Bu sevda değil Kınalı Yapıncak... Biraz ince bir gönül eğlencesi, bir heyecan oyuncağı...