Ne yazık ki, günümüzün özgürlükçü-sosyalist akımlarında bile,
Proudhon'un muhteşem özgürlükçü yürüyüşüne, mutlakçı düşüncenin bütün biçimlerini temelden reddedişine rastlamak mümkün değil. Bu tavrı Marx'a yazdığı ve hatta 1848'de bir Alman dergisinde de yayımlanan parlak mektubunda görülmektedir. Şöyle
yazıyordu: "Ben kamuoyu önünde hemen hemen tam bir anti doktrinerci olduğumu ilan ediyorum. Eğer arzu ediyorsanız, gelin toplumun yasalarını, etkilerini birlikte keşfedelim -ancak bütün dogmaları yıktığımıza göre, Martin Luther'in Katolik kilisesinin teolojisini yıkıp, yerine afarozu eksik etmeyen yeni bir protestan teolojisi koyması gibi, aynı Çelişkiler içinde tökezlemeyelim. Bırakın içeriğinde vefa olan bir polemik sürdürelim; dünyaya gerçek bir hoşgörü örneği sunalım. Bırakın, hareketin zirvesinde yer alan bizler, yeni bir taassup sorumsuzluğu içinde olmayalım; bu, mantığın ve aklın dini olsa bile. Bütün protestoların ifadesini mümkün kılalım, bırakın bunları eleştirelim, bütün tek taraflılıkları ve mistisizmi kovalım. Bir soruyu hiçbir zaman nihai olarak cevaplandırmayalım, ve artık en son gerekçemize gelmişsek, eğer gerekiyorsa, bırakın en baştan başlayalım -güzel sözlerle ve ironiyle. Bu koşullar altında severek sizin çalışma arkadaşınız olurum, aksi takdirde olamam." (Marx, çalıştığı dergiye Proudhon'un da katılmasını istiyordu). Proudhon çalışmaya katılmadı. Marx'ın onun anlayışı karşısında diyecek bir şeyi yoktu. Sonrasında ise bir zamanlar hürmet gösterdiği ustaya karşı daima zehir saçtı, onu hor gördü.