"Sıcak bir yaz gününde 120.000 kişilik Osmanlı ordusu, Timur'un çok daha üstün kuvvetleri karşısında yer aldı. Her iki ordunun maneviyatı yerinde idi. Hele Yıldırım'ın kendisine sonsuz bir güveni vardı. Ancak savaş alanına Timur daha önce gelmiş, askerlik bakımından önemli olan bütün yerleri tutmuş ve askerlerini de dinlendirmişti.
Halbuki Osmanlı ordusu uzun bir yolculuktan sonra dinlenmeye fırsat bulamadan savaşa girmek zorunda kaldı. Cesareti hiç kimse ile ölçülemeyecek kadar çok olan Osmanlı hükümdarı, pek şanlı bir surette savaşırken askerlerinden bir kısmının Timarlenk tarafında bulunan beylerine yardım etmek üzere Timurlenk tarafına geçtiğini, bir kısmının da kendisini terk ederek uzaklaştığını görmüş, buna rağmen akşama kadar kılıç sallamıştı. Fakat bu büyük kahramanlık ve cesaret kendisinin esir edilmesine mani olamamıştı."
«—Timurlenk adlı bu topal ihanetin, elinde hangi mazereti olursa olsun, Batıyı egemenliği altına almakta olan bir Türk devletine saldırması, namussuzluktur. Büyük stratej, büyük komutan derler; ben buna da inanmam!... Kendi ırkından bir devleti parçalamak için taa Anadolu'ya gelen, parçaladıktan sonra dönüp giden bir ordu komutanının, ne büyük olması; ne akıllı olması mümkündür! Kalkıp Ankara önüne kadar geldiğine göre, Anadolu'yu ele geçirmesinin bir anlamı vardı. Ama, sadece güçlü bir Türk devletini yok etmek ve güçsüz birtakım beylere yıkılan devletlerinin yeniden kurulmasını sağlamak için savaş veren bir komutan, budalanın ta kendisidir. Nitekim ne oldu Timurlenk'in kurduğu imparatorluk, dağılıp gitti... Dağıtıp yok ettim sandığı Osmanlı İmparatorluğu ne oldu?... Eskisinden daha güçlü kuruldu ve altıyüz yıl yaşadı. Bir Batı Türk'ü olarak ben, olaya başka türlü bakamam, olup biteni başka ölçülerle değerlendiremem!»