bir masal
bir taş ağırlığında olabilir mi?
olurmuş meğer.
birlikte bir masala inanmak istedim
ben seninle, sadece bu.
sen beni tek
tek
bıraktın.
benim artık taş taşıyacak,
taş kaldıracak, taş atacak
halim mi var.
ne dersek diyelim, ne iddia edersek edelim, dünya gerçekten çekip gitmeden çok öncesinde terk ediyor bizleri.
daha önce de en çok meraklısı olduğumuz şeylerden, günün birinde artık gitgide daha az söz eder oluveririz, ille de konuşmak gerektiğinde zorlanırız. hep kendi sesimizi duymaktan gına gelmiştir...kısa keseriz..vazçgeriz..otuz yıldır konuşuyoruzdur zaten..haklı çıkmayı bile umursamamaya başlarız. zevkler arasında kendimize ayırdığımız o küçük yeri bile koruma arzusunu yitiririz... kendimizden iğreniriz.. azıcık karnını doyurmak, birazcık ısınmak ve hiçbir yere varmayan yolda giderken mümkün olduğu kadar çok uyuyabilmek artık başkalarının önünde takınacak yeni surat ifadeleri bulmak gerek..ancak artık repertuarımızı değiştirecek gücümüz kalmamıştır. eveleyip geveleriz. onların, yani dostların arasında kalabilmek için bin türlü numara ve bahane ararız, ancak ölüm de artık buradadır, leş kokulu, yanı başımızda, artık daima orada kalacaktır, bir el pişpirik kadar bile gizemi kalmamış olacaktır. gözümüzde bir anlam ifade etmeye devam eden tek şey olarak ufak tefek üzüntülerimiz kalmıtır, sözgelimi o küçük şarkısı bir şubat akşamı ebediyen susan bois-colombes'daki ihtiyar amcamızı henüz sağken ziyaret etmeye bir türlü zaman ayıramamış olmanın üzüntüsü. yaşamdan geriye sakladığımız bir bu kalmıştır. yani bu ufacık korkunç pişmanlık, gerisini ise, az çok yolda kusmuşuzdur, epey çabalayarak ve zorlanarak da olsa. artık kimsenin geçmediği bir sokağın köşesindeki eski püskü bir anı fenerine dönüşmüşüzdür.
içindeki tek değerli sayfa uğruna bir kitabı arama gerekliliğine bugün her zamankinden daha çok inanıyorum; parçaları, kıymıkları, ayak tırnaklarını aramalıyız; içinde cevher olan, bedeni ve ruhu canlandırabilecek her şeyin peşine düşmeliyiz.
…ama gerçek daima biraz hüzünlüdür. gerçeği ararken bir yandan da bulduğumuz anda değiştirmeyi düşleriz. çünkü aynı zamanda gerçek daima biraz utanç vericidir. utanç bizi ikiye böler. ikiye bölünmenin en dayanılmaz yanı, iki parçanın da hala canlı olmasıdır. insan herhalde bu yüzden kendini öldürmeye kalkışır. ikisinden biri gitsin, der.