Nerede Türk taifesi varsa, Müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır (Macarlar gibi).
(Mektubat 324.sh - Risale-i Nur)
Lakin bir milletin ıztıraplarını ölüm dindiremez. Çünkü bir milletin hayatı süreklidir. Şehitlerimiz arkada karılarını, çocuklarını bıraktılar. Hem onları öyle bir zamanda dul ve öksüz bıraktılar ki en müreffeh, en talihli müslüman aileleri maişetlerinin iki
yakasını bir araya getiremiyorlardı. Erkeğini böyle birdenbire kaybeden bir Türk ailesi manevi ağrılarından sonra ne yaman maddi ağrılarla sızlanır...
Medine Muhafızı olan Basri Paşa, Şeriflerin durumunu yakından izlemektedir ve ayaklanacaklarına dair raporlar göndermektedir. Basri Paşa, Medine'ye gelen kuvvetleri oyalamakta ve silah vermemektedir; hiç değilse, bu birliklerle gelen Emir'in oğulları Faysal ve Serif Ali'nin tutuklanarak, Emir'in gücünün kırılmasını istemektedir. Ancak, 4. Ordu komutanı Cemal Paşa, Şerif Hüseyin ilk kurşunu atana kadar bir şey yapılmasını uygun bulmaz; Enver Paşa da ayni kanaattedir. Şüphesiz ki, askeri açıdan son derecr sakıncalı olan bu tutum, Türk Komutanlarının, Peygamberin Kabrinin yanıbaşında, Müslüman kardeşlerine ilk kurşunu atan olmamak gibi yüksek duyarlıklarının sonucu idi. Onlar, Osmanlı döneminde bile, Arap kabileleri arasındaki hakimiyet kavgalarında Kâbe'nin topa tutulduğunu elbette biliyorlardı. Parçalanan Hacer-i Esved'in parçasını, Osmanlı Paşa'sı Necid Kalesindr ele geçirmiş ve yerine koydurmuştu. Bu tutumda, şüphesiz bütün İslam dünyasının ortak duyarlıkları da dikkate alınmıştır.
Arapların "Mavera-i Kafkasya", Avrupalıların" Trans Kafkasya" ve Rusların "Zakafkasya" olarak bahsettikleri Kafkasya, Büyük Kafkas Sıradağlarının güneyinde yer alan tarihi bir bölgedir. Siyasi ve coğrafi bakımdan genel olarak "Sirkafkasiyen" ve "Transkafkasya" diye iki bölgeye ayrıları
Üç ay süren ve isyan boyutuna varan mücadeleden soma Kuzey Kafkasya'da bağımsızlığını ilan eden Çeçen İnguş Cumhuriyeti 20 bin Kilometrekare yüzölçümüne sahip, 1 milyon 850 bin nüfusu olan bu küçük Cumhuriyet'te hem çok sayıda milliyet hem de çok farklı görüşler ve onların siyasi teşekkülleri var. Türkiye'de büyük ilgiyle izlenen
KTTC'nin Istanbul'daki merkezinin üyesi ve yazan, sonradan "Bediüzzaman" olarak ünlenecek Molla Said-i Kürdi, Osmanlı şemsiyesi altında Kürtlükle Islam'ı bağdaştıran düşünsel dünyanın temsilcisi olarak görülüyordu. Bitlis'in Hizan kazasından fakir bir Kürt ailenin çocuğu olan Molla Said, Seyyid Nur Muhammed'in
Jön Türk Devrimi Bitlis Vilayeti'ne bambaşka bir şekilde yansıdı. Ermenilerin "kurtuluş", Kürtlerin "şeriatın sonu" dolayısıyla devlet nazarındaki üstünlüklerinin yitirilmesi tehlikesi olarak gördükleri Meşrutiyet, bu muhitte ciddi manada şeyh engeline takıldı. Öyle ki devrimden kısa bir zaman önce, şeyhler iradeleri
"Çeçen" tanımlaması, ilk kez Ruslar tarafından 1732'de Kafkasya'daki kabile ve klan toplulukları için yapılır. Grozni yakınında bir köye Rusların vermiş olduğu "Çeçen" adı daha sonra bu bölgede yaşayan insanlar için de kullanılmaya başlanmıştır. Arkeolojik kalıntıların ve bilimsel araştırmaların tanıklığına göre;
Bir örnek vatansever, bir gerçek Müslüman olan Mehmed Akifin hayatını gücümün ve dilimin yettiğince, her an aczimi ve kifiiyetsizliğimi hissederek yazmaya çalıştım. Bu kifiyetsizliğe ve yetersizliğe rağmen okuyucunun gönül telleri biraz titreyebilmiş, gözleri nemlenmişse bu yazanın marifetinden değil, kitabın konusu olan Mehmed Akifin o muhteşem ve şaşkınlıkla takip edilen destansı hayatının ışıltısındandır. Bu kitabı, Mehmed Akif gibi vatanı ve inancı için icabında dünya nimetlerine sırt çevirebilmiş, mahrumiyetlere katlanabilmiş faziletli insanları çok iyi tanımalarını ve sevmelerini istediğim, aralarında evlatlarımın ve torunlarımın da bulunduğu Türk gençliğine ithaf ediyorum.
YUSUF AKÇURA; 2 Aralık 1876’da Moskova’nın doğusundaki Ulyanovsk’ta (eski adıyla Simbir) dünyaya geldi. Kazan’a göç etmiş Kırım Türklerinden aristokrat bir ailenin mensubu idi. Babası çuha fabrikası sahibi fabrikatör Hasan Bey, annesi Yunusoğulları’ndan Bibi Kamer Banu Hanım idi. 2 yaşında iken babasını kaybetti ve annesi ile birlikte yedi yaşına