Osmanlı’nın son dönemlerindeki musikişinaslarından olan Kemani Tatyos Efendiden bahsetmek istiyorum size.
Tüm şarkıların, tüm şiirlerin, tüm resimlerin; hasılı bilinsin veya bilinmesin tüm sanat eserlerinin bir hikayesi vardır. Her eser bir hikaye üzerine inşa edilir. Onların bu denli sahiplenilmeleri ve dillere destan olmaları da müessirin
Bizler ve bizden sonrakiler, bir şahsî tercihini bir tarafa iterek, milleti için değişmesi şart bir çağ san’atı anlayışı adına fedakârlık örneği bulamazdık.
Açıklayayım: Atatürk, TürkMusikisinin her dalı üzerinde bilgi sahibi idi. ÇANKAYA’da uzun seneler, sahalarında ihtisaslaşmış ses sanatçılarından seçkin topluluklar bulundurmuştur. Bu, O’nun kişisel zevki, tercihi idi. Fakat dünyanın değer verdiği evrensel kıymeti olan sanat alanlarında Türk insanının yetişmesini, kitlenin sanat zevkinin bu miyâr ve mikyaslara uygun olmasını ısrarla istemiştir. Bakınız: Harf devrimi günlerinde, İstanbul’da Sarayburnu Parkında vatan daşlarıyla sohbet ederken, Doğu-Batı Musikisi üzerinde neler söylüyordu: "-Su gece burada güzel bir tesadüf eseri olarak Şark’ın en mümtâz (seçkin) iki musiki hey'etini dinledim. Bilhassa sahneyi birinci olarak süsliyen Münire-tül-Mehdiye Hanım, sanatkârlığında muvaffak oldu.
Fakat benim Türk duyguları üzerindeki müşahedem (izlenimlerim) şudur ki, artık bu Musiki, bu basit Musiki, Türk'ün çok gelişmiş ruh ve hissini tatmine kâfi gelemez.
Dün başka bir şehirden arkadaşlar geldi bize yatıya. Akşam yemeğinde balık yapayım dedim. Gittik eşimle hamsi, yeşillik falan filan aldık. Akşam onlar sohbet ederken ben de giriştim balığa. Masa kuruldu salatalar, mezeler, sohbet muhabbet... Arkadaşıma atar mıyız iki duble dedim. Atarız be dedi. Koyduk rakıları, şana şerefe noroc nazdroviya..
Arkadanda müzik açtım, böyle fasıl şarkıları, Türk sanat musikisi... bir anda halk müziği çalmaya başladı... Arkadaşım, Macar eşine dönüp, bu bizim Caner bir saz çalar uff dinlemeye doyamazsın dedi. Arkadaşıma döndüm o günler eskide kaldı. Artık bir elim sakat sayılır ne eskisi kadar uzun süre ne de iyi çalabiliyorum dedim. Olsun be dedi Macar hanfendi, dinlemek isterim dedi. Zülfü Livaneli'nden, Ahmet Kaya'dan, Arif Sağ'dan birkaç kuple dilimizin döndüğünce söyledik.. İş döndü dolaştı dünya müziklerine geldi. "Eğer dünya bir orkestra olsaydı o orkestranın şefi ya İran ya da Azerbaycan olurdu" dedim. O kadar muazzam. Şarkılar türküler şiirler derken. Konu konuyu açtı kitaplığa bir göz gezdirdim ve Hasan Hüseyin'den
Işıklarla Oynamayın kitabını çıkarıp Macar arkadaşa buyur bir oku dedim. A. okuyordu ama şiirsellik biraz tökezliyordu. Ben okuyabilir miyim dedim. 1 şiir 2 şiir 3, 5 derken okuduk da okuduk. Velhasıl kelam sohbet olursa rakı tatlı olur. Dün içtiğim rakı çok tatlıydı.
Türk edebiyatının son 30 yılında biyografi alanında zirvede tek başına yaşayan Beşir Ayvazoğlu’nun içerisinde biyografik dokular taşıyan “Ateş Denizi” adlı belgesel-romanı, beni kitabı okuduğum 10 gün boyunca 1930’lar Türkiyesi’nde sanki kendim yaşamışım gibi yaşattı. Son dönemlerde kurgudan oluşan bir eserden böylesine istifade ettiğim güzel
Tutuklunun Günlüğü, "meraklısına notlar" bölümünde Attila İlhan'ın belirttiği üzere İzmir'de yazdığı şiirlerden oluşuyor. Bu yönüyle şair, tüm şiirleri aynı şehirde yazılmış tek kitabı olarak görüyor. Kitaptaki şiirler beş bölümde toplanmış. Beni en çok etkileyenler ise "incesaz" ve "bulut günleridir"
Mithat Cemal, Şerif Muhiddin Bey'i dinlediği Çamlıca'daki köşkte cereyan eden bir olayı da unutamamıştı. Keman virtüözü Charles Berger'in konser verdiği bir cumartesi gününü... Macar kemancıya Akif'i bir Türk şairi olarak tanıtmışlardı. Charles Berger kendisini edeple, saygıyla gözleri kapalı dinleyen bu babayani, sakallı, alaturka görünüşlü adamı göz ucuyla seyrederken, herhalde çaldığımdan bir şey anlamıyor ama terbiyeli bir adam olduğu için anlarmış gibi dinliyor diye düşünmekteydi. Ertesi hafta Akif gene orada idi. Macar kemancı da... Charles Berger kemanını çalmak için eline almıştı ki Akif ondan geçen hafta çaldığı Bach'ın Canon'unu çalmasını rica etmişti. Macar kemancı çok şaşırmıştı. Bu alaturka adam nasıl oluyordu da geçen cumartesi çaldığı o kadar parça arasından Bach'ın bu eserini tanıyabilmişti? Dostu 'Ve o cumartesinden sonra Türk şairi ile Macar virtüözü bir sanat vatandaşlığı içinde birbirlerini sevdiler." diye yazar. Akif yaşı ilerledikçe "hanende musikisi" dediği güfteli musikiden soğumuştu. Abbas Halim Paşa'nın kızı Prenses Emine Abbas'a Mısır'dan yazdığı bir mektubunda soğuyuşunu sebebini bu satırlarla izah ediyordu: ''Bendeniz hanende musikisinden tiksinir gibi oldum. Hissiyat-ı gunagune-i beşerin en müphem, lakin en zengin hatta en payansız lisan-ı beyanı olan musikiyi güfte namını verdikleri behimi yavelerle takyide kalkışmak... Şu seslerden, şu nağmelerden mutlaka şu yolda mütehassis olacaksınız demek, bendenizi çok sinirlendiriyor. "
Makamların en ilgi çekici bölümünü şüphesiz birleşik makam denilen grup teşkil etmektedir. Bu grup, dizi olarak iki veya daha fazla temel makam parçasini birleştiren ve her zaman inici seyirle kullanılan makamlardan olusur. Bu inici seyirde, belli bir makamın seyri ile başlayıp önceden kestirilmesi mümkün olmayan bambaşka bir makamın ezgileriyle karar vermeye dayalı bir sanat sürprizi gizlidir. Bu yüzden, kural olarak tiz perdelerden seyre başlayan bir birleşik makam söz konusu olduğunda, bunun hangi makam olduğunu söylemek için acele etmemek, kararını beklemek gerekir