Hayli uzun zamandır göz yaşı döktüğüm bir kitap okumamıştım. Beni bunca hüzne sokan bir kitaba rastlamamıştım.
Hakikatini arayan iki ayrı insanın, iki ayrı kalemden romanını bizlere sunuyor Ahmet Turgut. Aynı zamanda hem Kudüs'ün üç kutsal din için yerinden ve ehemmiyetinden bahsediyor.
Kudüs'te derin bir yürüyüşe çıkarıyor bizi yazar. Önce Tabip Faruk'la Gazze'de çatışan askerlerin içinden geçiyoruz ama eteklerimize kan bulaşıyor. Sonra Rachel ile kah Zeytin tepesine çıkıp kadim şehri seyre dalıyoruz, kah Beytüllahim'de bir zeytin ağacına yaslanarak uykuya dalıyoruz. Kudüs sokaklarını arşınlıyoruz birlikte, Rabb'im tekrar tekrar nasip etsin arşınlamayı...
Kendi hakikatlerini ararken, kendilerine yoldaş arayışında da bulunuyorlar. Öyle güzel istiyorlar ki birbirlerini aynı duaya âmin diyorlar ayrı yerlerde...
Bilemiyorum... Kudüs'e dair derin hüzünler taşımaktayım. Fakat yalnız hüzün taşıdığım içinde kendime kızmaktayım. Arzu ederdim ben de Faruk hikmet gibi vatanı koruma pahasına düşmana göğüs germeyi lakin daha nefsimle mücadelede mağlup oluyorum.
Kitap dili, üslubu açıcından gayet sade anlaşılır ve akıcıydı. Okurken tarif edilemez lezzet aldım. Kısmen tefsirede yer vermiş yazar ve öyle güzel misallerle ele almış ki konuyu kesinlikle okuyun derim. Hatta bunu size demeden hemen önce iki arkadaşıma dedim.
Tavsiye eder, istifadeli olmasını temenni ederim.
Sürç-ü lisan ettiysek affola..