Polina'da iyi olan ne var gerçekten anlamıyorum?Tamam güzel bir kız; yani güzel galiba.Başkalarının da aklını başından alıyor sonuçta.Uzun boylu,biçimli bir vücudu var.Yalnız incecik.Vücudu o kadar ince ki onu düğümleyebilir veya ikiye katlayabilir insan.
Daracık, uzun bir ayak izi var ; insana ıstırap veren bir ayak izi ...Gerçekten öyle: Istırap verici.Saçlarının kızıla çalan bir tonu var. Gözleri gerçek bir kedinin gözleri,fakat öyle mağrur,öyle kibirli bakıyor ki.
Hasan Sabbah, Alamut kalesi, Batiniler, büyük Selçuklu devleti, Nizamül Mülk, padişahlar ve suikastçiler...
Hepimizin sıkça duyduğu bu kavramlar ve bunların tarih boyunca sürekli karşımıza çıkması dolayısıyla her zaman ne kadar gerçek, ne kadar kurgu, ne kadar nesnel diye hepimiz sormuşuzdur kendi kendimize?
Alamut kalesi ve Hasan Sabbah hakkında
Bir daha yalandan yere uzatma ellerini bana. Bakma gözlerimin içine, bakıp da tüketme beni gözlerinde. Sana katlanamıyorum artık, sahte tebessümlerine, sahte sözcüklerine ve "Seni seviyorum" diyerek çekip gitmelerine...
Bekleyişleri bırak bana! Bir de çocuksu hayallerimi, dokunma yaralarıma, dokunup kanatma. Sensiz yaşayamam zannediyorsun ya! Sen öyle san! Sensiz yaşarım hem de öyle güzel yaşarım ki; sebepsiz yere kahkahalar atar, soluksuz koşarım bu şehrin yollarında. Ama sen ne olur, dokunma bana!
Eskisi gibi olmamı bekleme benden, senin yalanlarına gözleri kapalı inanan. Başkalarına yer verdiğin yüreğini görmezden gelen, sene herkesten çok seven çocuksu yanımı sana açmamı bekleme yeniden...
Özleme beni!
Bütün aşk şiirleri üzerine yemin olsun ki, ben bir daha özlemem seni...
Gelme işte bir daha, yaralarımı sarmayacaksan, ömürlük aşklara inanmayıp günlük tüketilen aşkların kadını olacaksan gelme...
Ben yaralarımı kendim sararım, kendimle baş başa kalır, bu hayatı, bu dünyayı ve tüm insanlığı yeniden sevebilirim...
Ama sen!
Ne olur gelme...
"Bazen gideni aramaz insan, çünkü giden yaşanılan her şeyi götürmüştür. Geriye sadece hayatta tek başına tutunmak kalır, o da zordur işte..."
Güneyde Boruşehir tarafında gecenin bir yansında insanlar, vadide esen, rüzgarı andıran büyük bir gürültü duydular ve yer sarsıldı; herkes korktuğundan kimse yerinden kımıldamaya cesaret edemedi. Fakat sabah dışarı çıktıklarında hepsi şaşakaldı; çünkü öldürülmüş olan orklar gitmişti; ağaçlar da. Aşağıda, uzaklarda Miğfer Dibi vadisinde çimenler
"Gözcünün gözlerinde rahatsız olmuş bir ifade belirdi. "Eomer . hakkında söyleyecek sözüm yok," diye cevap verdi. "Eğer bana dedikleriniz doğru ise şüphesiz ki Theoden de duymuştur. Ola ki, gelişiniz tamamen beklenmedik değildir. Daha iki gece önce Solucandil gelip Theoden'in eşikten hiçbir yabancının aşmayacağı buyruğunu bildirdi bize."
"Solucandil mi? dedi Gandalf gözcüye dik dik bakarak. "Başka bir şey söyleme! Benim işim Solucandil' le değil; Yurt'un Hükümdarı'nın kendisiyle. Acelem var. Bizim geldiğimizi haber vermeye gitmeyecek misin, veya bu iş için birini yollamayacak mısın?" Bakışlarını adama doğru çevirirken gözleri kaşlarının altından parladı."
"Evet, gideceğim, diye cevap verdi adam yavaş yavaş. "Ama hangi adları bildireceğim? Senin için ne diyeceğim? Yaşlı ve halsiz durursun şimdi ama herhalde için zalim ve serttir."
"Güzel gözleyip, güzel konuşuyorsun, dedi arif. "Çünkü ben Gandalf'ım. Geri döndüm. Ve iyi bak! Ben de bir atı geri getiriyorum, işte, başka hiçbir elin ehlileştiremeyeceği Koca Gölgeyele. Yanımda da Arathorn oğlu Aragorn var, Kralların varisi, üstelik Mundburg'a gidiyor. Aynı zamanda elf Legolas ile cüce Gimli de burada, yoldaşlarımız. Git şimdi efendine bizim onun kapısına geldiğimizi, eğer bizi konağına kabul edecek olursa onunla konuşacak bir çift lafımız olduğunu söyle."
Ne hoş bir tesadüf diyorum yeniden Legolas! dedi yaşlı adam.
"Hepsi ona baktılar. Saçları gün ışığında kar gibi bembeyazdı; giysileri parlak bir beyazdandı; derin kaşlarının altındaki gözleri pırıl pırıl ve güneşin ışınları gibi deliciydi; gücü elindeydi. Hayret, sevinç ve korku arasında durdular ve söyleyecek tek bir söz
Türkiye'de aydınlar 'rağmen' lere karşı aydın olurlar. Destek görmedikleri gibi etrafını saran cehalet çemberi o kadar sıkı ve katmanlı ki aşmak ve etrafa ışık saçmak için gaz lambasındaki fitil misali kendini yakarlar. Aydınların ışıkları, siyasetin kirli ellerine rağmen yıllar yıllar sonra bile pırıl pırıl parlamaktadır.
Aziz Nesin ne güzel uyarmış 1980li yıllarda 'Siz Kürt halkına gerektiği desteği ve doğuya gerekli yatırımları yapmadığınız için şu an Bulgarlar da azınlık olan Türklere aynısını yapmasından dolayı üstelik sizin yöntemlerinizin aynısıyla oradaki Türklerin hakkını savunabilecek bir politikacı bulamıyorsunuz.' Siyasetin karanlık odasından aydınlığa (aydınlara) baktıkları için gözleri kamaşanlar(politikacılar) gerçekleri göremiyor. Göremedikleri gibi de gerçeklere kulaklarını tıkıyorlar.
Kitapta
Ali Nesin 'in yurt dışında okuduğu yıllarda babasına yazdığı mektuplara da yer verilmiş. Mektupları yayınlayan Güneş Gazetesi yazarının çok güzel bir ifadesi var. ''
Hayvanlara uzun uzun bakıyorum da
Ben de hayvanlaşıp onlar gibi yaşayabilirim diyorum, hepsi kendi âleminde,
öyle huzur içinde...
Hallerinden sızlanmazlar, kan-ter dökmemekteler,
Karanlıkta gözleri açık uzanmıyorlar ve ağlamıyorlar günahlarına.
Eski Zamandan Bir Beyoğlu Aşkı "Angeliki ile Mehmet " / Yasemin Özek
Merhaba arkadaşlar,
Öyle keyifli , öyle güzel bir kalemle tanıştım ki sizlerde tanıyın istedim.
Yasemin Hanım, hikâyeyi kadar güzel kurgulamış ki okurken hiç yorulmuyorsunuz. Hikâye su gibi akıyor ve okuyucuda kendi yolunu buluyor. Bu yüzden