Kitabı bitirdim ve bir yere koydum ama aklımda hala bitmediğini söyleyebilirim. 188 sayfa olmasına rağmen içerik bakımından dolu; aşk, suç ve vicdan üzerine kurulu bu kitap beni çok etkiledi.
15’lerinde olan Michael ve 36 yaşındaki Hannah arasında başlayan ve bir anda biten tutkulu aşkları, yıllar sonra bir mahkeme salonunda yeniden karşılaşmalarıyla ikisini de sarsıyor.
İkinci Dünya Savaşı berbat boyutlarıyla yaşanmış ve bitmiş, birçok masum insan sebepsiz yere katledilmiştir. Almanya bu soykırıma şahit olduğu ve sessiz kaldığı için artık, geç kalmış da olsa, Nazileri tarihin en büyük suçlusu sayıp mahkum etmek derdindedir. Gereken zaman ve yerde ne halk ne de devlet yaşananlara müdahil olamamışken şimdi suçluları içeri tıkıp vicdanlarını mı yatıştıracaklar?
Hannah, bir kilise içinde yanmaya terkedilmiş Yahudi kadınların hesabını vermek için sanık kürsüsünde yerini almış ve sessizce bekliyor, kendi adına verilmiş kararlara kayıtsızca tepki veriyor.
Michael ise kafasında bitmemiş ilişkilerinin imgelerini yaşıyor sakince. Hukuk eğitimi alıyor ama adalet sorularına cevap bulamıyor hiç.
İlişkilerinin farklı boyutlarını, neden bittiğini ve ne yaşandığını mahkeme salonunda biraz daha iyi anlayabiliyoruz... Her şey netleşmeye başladıkça daha heyecanlı ve çarpıcı bir süreç bekliyor sizi.
Sadakat, vicdan, adalet... Kitap rutin bir klasik olarak ilerlerken birden başka bir boyuta geçiyor. Özellikle son bölüm muhteşemdi. Kitaba göre uyarlanmış filmini de aşırı merak ediyorum, mutlaka okuyun derim.