Bir an geçti. Bu an süresince dünyada pek çok şey oldu:bir yerlerde dev bir gemi denizin dibini boyladı, bir savaş ilan edildi, bir dahi doğdu. An geçip gitti.
Nelere ihtiyaç duyduğunu biliyordum:basit duygulara, basit sözcüklere. Suskunluğun kendiliğinden ve durgundu, bulutların ve bitkilerin suskunluğu gibi. Her suskunluk bir gizemin kabulüdür.Sende gizemli görünen pek çok şey vardı.
Seni güneşin tesadüfen üstüne vurduğu bir andaki halinle anımsıyorum. Dirseklerin sivri ve solgun, bakışların bulanıktı. Konuşurken küçük elinin kemikli kenarıyla ve ince bileğindeki bileziğin pırıltısıyla havayı yarardın. Saçın eriyerek çevresinde titreşen ışıltılı havayla kaynaşırdı. Sinirli sinirli çok miktarda sigara içerdin.Dumanı her iki burun deliğinden üfleyip, külü bir fiskeyle yana silkerdin.
En yaygın sinestezi tipinde, belirli sesler, harfler ve rakamlar sinestetlerde bir renk senfonisi oluşturur. Fizikçi Richard Feynman denklemlerin içinde ekru j'ler, çivit mavisi n'ler, çikolata rengi x'ler gördüğünü söylemişti. Yazar Vladimir Nabokov bir keresinde uzun aaah sesinin kendisine yıpranmış ahşap rengini, kısa ah'ınsa cilalı abanozu çağrıştırdığını yazmıştı. Orkestra şefi ve besteci Franz Liszt, orkestrasını yanlış renklerde çaldıkları için "Beyler biraz daha mavi lütfen, ton buna bağlı!" diye azarlarken müzisyenler şaşkın şaşkın ona bakmaktan başka bir şey yapamazdı. Bir başka seferde "Bu koyu mor bir pasaj.. Bu kadar gül pembesi değil" diye yalvarmıştı.
Pencereyi kapatmak gerekiyordu. yağmur pervaza çarpıp parkeyle koltukların üstüne çarpıyordu. Dev gümüş hayaletler canlı, hışırtılı sesler çıkartarak bahçede yaprakların arasında, portakal renkli kumların üstünde koşuşturuyorlardı.
pencereyi kapatmak gerekiyordu. yağmur pervaza çarpıp parkeyle koltukların üstüne çarpıyordu. dev gümüş hayaletler canlı, hışırtılı sesler çıkartarak bahçede yaprakların arasında, portakal renkli kumların üstünde koşuşturuyorlardı. yağmur oluğu tıkırdıyor, boğulurcasına gürüldüyordu.
sen bach çalıyordun.
Elini bırakmadan önce aşağıya baktı: pencerelerin yansımaları bir araya geldi ve dümdüz yayıldı, tüm boşluğun koyu ve açık renkli karelere bölündüğü görülüyordu ve Lujin elini bıraktığı anda, buz gibi soğuk hava ağzına dolduğu anda, onu buyur edercesine nezaketle ve acımasızca önünde uzananın nasıl bir sonsuzluk olduğunu apaçık gördü.
Kapı kırılmıştı. "Aleksandır İvanoviç, Aleksandır İvanoviç," diye kükredi sesler.
Ama Aleksandır İvanoviç'den eser yoktu.
herhangi bir gerçeklik, gördüğümüz pencere, aldığımız kokular, duyduğumuz sesler, bunlar sadece kaba bir duyu alışverişine değil, çeşitli bilgilenme düzlemlerine dayanır.
Tüm gerçeklikler görecedir, çünkü
herhangi bir gerçeklik, gördüğümüz pencere, aldığımız kokular, duyduğumuz sesler, bunlar sadece kaba bir duyu alışverişine değil, çeşitli bilgilenme düzlemlerine dayanır. Flaubert, yüz
yıl önce Emma’nın pek sevdiği duygusal beylerle hanımların kaleminden çıkanlarla beslenmiş bir okurlar kuşağına gerçekçi ya da doğalcı gelmiş olabilir. Ama gerçekçilik de doğalcılık da göreceli kavramlardır. Bir kuşağın yazarlarda doğalcılık olarak gördüğü şey, daha önceki bir kuşak için iç kapayıcı bir ayrıntının abartılmasından başka bir şey değildir, öte yandan daha genç bir kuşak da söz konusu ayrıntının yeterince iç kapayıcı olmamasından
yakınabilir.
Tüm gerçeklikler görecedir, çünkü herhangi bir gerçeklik, gördüğümüz pencere, aldığımız kokular, duyduğumuz sesler, bunlar sadece kaba bir duyu alışverişine değil, çeşitli bilgilenme düzlemlerine dayanır.