Deklarasyonun imzalanacak barış anlaşmasına dahil edilmesini sağlamaya kararlı Weizmann, savaştan sonra düzenlenen Paris Barış Konferansı'ndaki Siyonist delegasyonun başkanıydı. Yahudilerin milli yurduyla neyin kastedildiği sorusuna, "İngiltere ne kadar İngilizse, o kadar Yahudi olacak bir Filistin" yanıtını veriyordu. Ne var ki Yahudilerden oluşan bir azınlığı, Arap çoğunluğun efendisi haline getirmek gibi suçlamalarla muhatap olmamak için, Yahudi "devleti" diye bir ifadeyi açıkça ağzına almaktan kaçınıyordu. İngilizlere yaptırabileceklerinin bir sınırı olduğunu iyi biliyordu. DST'nin başkanı olarak, Yahudi milli yurdu tasarısının hayatta kalabilmesi için İngilizlerin sürekli desteğine ihtiyacı olduğunun farkındaydı. Balfour'un ise ikna edilmeye o kadar da ihtiyacı yoktu, zira kendisi Filistin'deki "Yahudi olmayan toplulukların" çıkarlarına ilişkin her türlü meseleyi açıkça reddediyordu. 1919 yılı yazında şunları dile getiriyordu: "Bizler mevcut bir topluluğun istekleriyle alakadar değiliz; bilakis bizler bilinçli olarak yeni bir topluluk oluşturmaya gayret ediyor ve bu topluluğun [Yahudilerin] ileride sayısal olarak çoğunluğu teşkil etmesi için uğraşıyoruz." Kendinden sonra gelen dışişleri bakanı Lord Curzon'a yazdığı bir notta ise şöyle diyordu: "[Siyonizm] şu anda okadim topraklarda yaşayan 700 bin Arabın istek ve ön yargılarından çok daha derin bir öneme sahip"tir ve Arapların Filistin üzerindeki hak iddiaları "Yahudilerinkinden çok daha zayıftır."