Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
Iyisi mi,beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kendini düşünüyor; yalnızlıktan, başkalarıyla ancak istediği zaman görüşmekten, istemediği zaman başkalarından kaçmaktan hoşlanıyor. Ama yalnızlıktan hoşlandığı, yalnızlığı aradığı halde, asıl sevdiği, asıl aradığı, kalabalık içinde bulunduğu, kalabalıktan uzak olmadığı bir sırada, bu kalabalıktan ayrılabilmek, yalnız kalabilmek, başkalarının yanından çekilmek, istediği için tek başına durabilmek... Farkında bunun. Yalnızlık zorunlu bir durum olmadığı zaman daha çok hoşlanıyor. Ama bir şey daha var bu duyguların içinde. Bir şey daha. Anlatılması güç... Sanki başkalarının varlığı, uzaktan da olsa kendini sezdirmedikçe, Andronikos, bir türlü rahat edemiyor. Kendilerinden uzaklaşmak için de olsa başkalarının varlığı kendisine gerekli. Öyle bir şeyler, öyle bir şeyler dönüyor kafasında... Hep başkalarının varlığı gerek bu yalnızlığına. Şimdi ise, gerçekten yalnız, şehirden uzak, gerçekten tek başına kaldığı şu anda, şehirdeki yaşayışı, şehir yaşayışının küçük alışkanlıklarını arıyor; aradığının farkında; aramaktan korkuyor. Çekidüzen vermek istiyor kendine. Barınağı düşünüyor. Suyu, yiyeceği düşünüyor.
Tecritle, kendini dünyadan soyutlamakla, yalnızlık, tek başına olmak farklı şeylerdir. Tecrit edilmenin ne demek olduğunu hepimiz biliyoruz: Hiç incinmemek, hiç savunmasız kalmamak için etrafına bir duvar örmek veya ilgisizlik geliştirmek -ki bu da ıstırabın bir başka türüdür- veya ideolojinin yarattığı hayali bir fildişi kulede yaşamaktır. Yalnızlık bundan çok farklı bir şeydir. Asla yalnız kalamazsınız çünkü içiniz dünün hatıraları, şartlanmaları, fısıltılarıyla doludur; zihniniz hiçbir zaman biriktirdiği süprüntülerden tamamen arınmış değildir. Yalnız kalabilmek için geçmiş sizin içinizde ölmelidir. Yalnız olduğunuzda, ama tamamen yalnız olduğunuzda, hiçbir aileye, ulusa, kültüre, kıtaya ait olmadığınızda bir yabancılık hissi ortaya çıkar. Bu şekilde tamamen yalnız olan bir insan masumdur ve zihni kederden kurtaran da bu masumiyettir.
"Primatlarda görülmüş sosyal manipülasyonun en iyi örneklerinden biri Arnhem Hayvanat Bahçesi'ndeki yaşlı ve güçlü dişi Büyük Mama'nın barıştırma çabalarıdır. Erkekler ciddi kavgalardan sonra gerginken, Büyük Mama bazen oturup rakiplerden birinin tımarını yapar. Mama yavaş hareket ederken, erkek de onu ellerinin ulaşabileceği mesafede kalabilmek için onu İzler. Bir süre sonra Mama, gökyüzüne ya da hasmı dışındaki herhangi bir yere bakmakta olan diğer erkeğe de ulaşır Büyük Mama onu da tımar eder ve tabii erkekler de onun sırtını tımar ederler. Sonunda Büyük Mama ikisinin arasından çekilir, onları birbirlerirli tımar ederken yalnız bırakır. Görev tamamlanmıştır."
Kendini düşünüyor; yalnızlıktan, başkalarıyla ancak istediği zaman görüşmekten, istemediği zaman başkalarından kaçmaktan hoşlanıyor. Ama yalnızlıktan hoşlandığı, yalnızlığı aradığı halde, asıl sevdiği, asıl aradığı, kalabalık içinde bulunduğu, kalabalıktan uzak olmadığı bir sırada, bu kalabalıktan ayrılabilmek, yalnız kalabilmek, başkalarının yanından çekilmek, istediği için tek başına durabilmek... Farkında bunun. Yalnızlık zorunlu bir durum olmadığı zaman daha çok hoşlanıyor. Ama bir şey daha var bu duyguların içinde. Bir şey daha. Anlatılması güç... Sanki başkalarının varlığı, uzaktan da olsa kendini sezdirmedikçe, Andronikos, bir türlü rahat edemiyor. Kendilerinden uzaklaşmak için de olsa başkalarının varlığı kendisine gerekli. Öyle bir şeyler, öyle bir şeyler dönüyor kafasında... Hep başkalarının varlığı gerek bu yalnızlığına. Şimdi ise, gerçekten yalnız, şehirden uzak, gerçekten tek başına kaldığı şu anda, şehirdeki yaşayışı, şehir yaşayışının küçük alışkanlıklarını arıyor; aradığının farkında; aramaktan korkuyor.