Siyasetin temeli olduğu söylenen "toplumsal tecrübe" diye bir şey yoktu. Yalnızca insanoğlunun daha az çaba yani daha az enerji harcamak, tasarruf etmek yönünde değişmez bir eğilimi vardı. Nesilden nesile bir tek bu eğilim aktarılıyordu. Toplumlar için de böyleydi bu. Osmanlı'dan başlayarak Batı'ya öykünmemiz bile bu yüzdendi. Batı'daki imparatorlukların astarı yüzünden pahallıya gelmeyen düzenli ordularına öykünmüştü Osmanlı. Daha az bedel ödeyerek daha kalıcı, daha işe yarar bir orduyu nasıl kurabilirim sorusunun yanıtı Batı'da olduğu için oraya yönelmişti. Batılılaşma diye büyüttüğümüz, yücelttiğimiz kökeninde bu vardı. Oysa Batı dünyası "tasarruf etmek" eğilimiyle birlikte "yaşamak" fikrinin de üzerine kurulmuştu. Yaşamamayı bir halt sanan biz mistik Doğulular Batı'nın asıl bu özelliğine öykünsek daha manidar olurdu. Bizi biz yapan bu "yaşamamak" fikri nedeniyle hiçbir şeyin peşinden gitmiyorduk, kahır çekiyorduk, ekşiyorduk, Eşreflişiyorduk.
Sayfa 138Kitabı okudu
Düşümü gerçekleştirmekten korkuyorum, çünkü o zaman yaşamak için bir sebebim olmayacak.
Reklam
”Sana en muhtaç olduğum şu anda gel. Yaşamak olsan da gel, ölüm olsan da gel.”
Kim bu dünyada yaşamak ister ki? Ama ya zorlanırsan? Ya tekrardan merhametli dillerini kullanırlarsa?
"Hangisi doğruydu hayatımızda? Bölünen kimliklerle yarım yarım yaşayarak ruhumuzu para için satıp, ölüp gitmek mi, yoksa bizi mutlu eden işleri yapıp, sonuçlara katlanarak hilesiz bir hayat yaşamak mı?"
Sayfa 102 - Sel Yayıncılık
Yaşamak... Yosun gibi, ot gibi... Ya da yediveren gülleri kıskandıracak verimlilikte.
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.