1. Osmanlı İmparatorluğu - Halil İnalcık
2. Batı-Doğu Divanı - Johann Wolfgang von Goethe
3. Hafız Divanı
4. İnce Memed - Yaşar Kemal
5. Fuzuli Divanı
6. Timurlenk
7. İslam Uygarlıkları Tarihi - Corci Zeydan
8. Bir Ortadoğu Tarihçisinin Notları - Bernard Lewis
9. Savaş ve Barış - Lev Nikolayeviç Tolstoy
10. Kral Lear - William Shakespeare
11.
🌸 Kitap sayısı: 249
• İletinin çok uzun olması sebebiyle pdf'leri tek tek değil, yazar klasörüyle paylaşarak güncelledim.
••• A •••
Abdurrahim Karakoç
• PDF: drive.google.com/drive/folders/1...
( Spoiler içerir ! )
Rasim Özdenören’in ilk ve son romanıymış bu eser. Bünyesinde iki hikayeyi birden barındırıyor.
Birincisi; kurtuluş savaşından sonra bir çok arkadaşını kaybetmiş olmanın verdiği hüzünle ve verdikleri mücadelenin bir hiç uğruna olduğunu gördükçe, protesto olarak 50 yıl boyunca evine kapanıp gül yetiştiren adamın hikayesi; ikincisi kaybolmuş, kendi kültür ve medeniyetlerinden tamamen kopmuş, yozlaşmış yeni nesili; ‘’Sitare, Yavuz, Çarli ...’’ ve diğerlerini.
Eser, metropollerde sabahlara kadar sönmeyen ışıklar, bankalar ve otellerin hızla her caddeyi istila etmesinin ardından doğu ve batı arasında sıkışmış adeta prangalanmış olan zihinleri gözler önüne seriyor. Modernitenin kıskacına sıkışmış insanların iç hallerini bize gösteriyor; harcıyorlar, oynuyorlar, geziyorlar fakat doyuma bir türlü ulaşamıyorlar,bir türlü mutmain olamıyorlar.
Bu hikaye dede ile torunun arasında ki o derin uçurumu anlatıyor. Psikolojik dürtüleri, sosyal süreçleri göz önüne seriyor.
Kitapta yaşlı adamın sorduğu ‘’Sizler nasrani misiniz? Yoksa mecusi misiniz? Hangi millettensiniz?’’ soruları beni dehşete düşürdü.
Birde, ‘’Savaşarak neyi ortadan kaldırmak istemişlerse, savaştan sonra o gelmişti. ‘’ cümlesi geçiyor , zaten hep böyle olmamış mıydı?! Bu pasaj bana 28 şubatı hatırlattı; o yerlerde sürünen, derslerden kovulup okula alınmayan, bu uğurda mücadele veren ‘’başörtüsü bez parçası değil ayettir’’ sloganı atan ablaları...
İsmet özel’in dediği gibi, neyi kaybettiğini hatırla, hatırlayalım..
Leyla ile Mecnun...
Sanırım bilmeyen yoktur. Leyla ile Mecnun bir diziydi. Dizinin de hayranı olmak her satırda dizinin müzikleri bile aklımdaydı. Güldürüyor evet hüzünlendirdiği yerler de çok değerli. Kitabı okurken ne kadar özlediğimi fark ettim.
İsmail abi, Mecnun, Yavuz....
Her sayfasında yüzümde bir tebessüm vardı ve sonuna kadar da böyle devat etti. Sanki diziyi sahne sahne çekilmiş gibi tüm okuduklarım hayalimde canladı. Fazlasıyla güldürdü, bölümlerdeki olayları tekrar anmak çok hoş bir detay olarak kaldı. :)
Mecnun'un hayalleri ve yaşadıkları, aklından geçenler ve başından geçenler iç içe örgülenmiş. Bazen gülünç bir olay, komik bir söz okuyorsunuz. Daha yüzünızde gülücük kaybolmadan, felsefi veya derin anlam içeren bir sözü okurken buluyorsunuz kendinizi. Bu eserde tıpkı hayatın kendisi gibi inişli çıkışlı ve çok yönlü.
Eseri güzelleştiren en önemli husus bence anlatımın doğallığı ve karekterleri
Mecnun - Aşık, aylak ve hayalperest
İsmail Abi - Mucit-macit fikirleri, çocuksu hali ve renkli
Aksakallı - Yol gösteren, aklıl veren, umut aşılayan, aşırı iştahlı, bazen aksi, bazen umutsuz, hatta ağzıda bozuk bir dede :D
Erdal - Çay erdal bakkal'da içilir :D Cimri ve fırsatçı
Yavuz - Hırsız :D
Arda, iskender, Nurten, Pakize, Leyla, Zeynep
Bende inandım o gemilerin elbet bir gün geceleğine... (:
Biran önce İsmail Abi'yi tanıyın derim :)
Çok keyif alarak okudum, sizlerinde keyifle okumanızı tavsiye ederim....
Spoiler İçerir .d
Keyifli okumalar :)
Leyla ile MecnunBurak Aksak · Küsurat Yayınları · 201815,6bin okunma
Zehirlenmek için okuyunuz.:) 6 şarkıdan oluşuyor ve 6. şarkıda zehrin zirvesine geldiğinizi düşünün..Kitabin sonlarına doğru Tanrı gergedana dönüşür ve Maldoror'a yenilir.
Salvador Dali de gergedanın doğasında inanılmaz derecede çok kozmik bilgi barındırdığını söylemiştir. Bu yüzden Salvador Dali'yi hatırlamadan geçemiyoruz.
Düşünebilecek en eksik düşünce biçimi duygulardan geçip öfkenin erdemle birleştiği bir yapıttır bu kitap.
Lautreamont yirmi iki yaşında yazdığı maldoror şarkıları’nda sürrealist cümleleriyle ve kötülüğü tüm çıplaklığıyla tasvir edişiyle edebiyat tarihinde devrim yapmıştır bana göre..
Onun devrimi kendini yeni bir şekilde kabul ettirme çabasından başka bir şey değil.. .Zincirlerini kırarken kendi oluşturduklarına bağlanıyor, onları kabul edip benimsetiyor..
Dürüstlüğü eserinin temel taşı yaparken öte taraftan da olabilecek tüm kuşkuları misafir ediyor. Gelin bir de böyle sorgulayın diyor.. Sahip olduğu aşırı bilinçten etkilenmemek elde değil..
Peki ya iyilik meşru olsaydı bu kadar kötü olur muyduk dersiniz?
Ya bu kadar mutsuz?..