Eğitim sisteminin, kendi değerinin ve sınıflandırmalarının değerinin ikrarını dayatmak hususundaki başarısı, hiçbir zaman, herhangi bir rakip hiyerarşi ilkesiyle karşılık veremeyen sınıflar ve sınıf fraksiyonları üzerinde tatbik olduğundaki kadar başarılı değildir. Bu, tedrisi kurumun, orta sınıflardan ya da büyük burjuvazinin entelektüel kesimlerinden gelen öğrencileri, para ya da siyasal iktidar gibi diğer hiyerarşilerde yükselme özleminden, dolayısıyla da, tedrisi yargıları göreceleştirmek açısından daha iyi konumda olan iş dünyası ya da siyasal iktidar alanındaki büyük burjuvaziden gelen öğrencilerin aksine, diplomalarını ekonomik ve toplumsal kazanca tahvil etmekten uzaklaştırarak eğitimcilik mesleğine çekmesine imkân veren mekanizmalardan biridir.
Serpentin: - Düşüncemi size yönlendirdiğimde ve o, uygun kelimeleri ve karşılık gelen fikirleri sizde bulduğu takdirde sizin zihninizde düşünür. Orada kelimeler hâlinde; sizin anladığınız kelimeler hâlinde biçimlenir; orada sizin kendi dilinizi, sıklıkla kullandığınız cümleleri kuşanır. Yanınızdaki kişiler, çok büyük ihtimalle, her biri kendi bireysel lügat ve hitabet farklılıklarıyla, size söylediklerimi anlıyorlardır.
Barnstaple: - Mesela bazen (...), zihinlerimizin şüphe bile duy madığı fikirlere yükseldiğinizde hiçbir şey anlamamız bundandır.
Üniversite üst düzey görevlilerine has, herkesin liyakate, yani Okul derecesine göre muamele göreceği Jakoben toplumsal düzen ütopyası, hem kendilerinin değerini tam olarak tanıyan tek yer olan Kurum’un değerlerinden başkasının tanınmaması yönündeki aristokratik iddia hem de sivil ve siyasi hayatın bütün edimlerini Üniversitenin ahlaki majisteryumuna. (din adamlarının/âlimlerin yönetiminin ikâmesi) tâbi kılmak için gösterilen pedagokratik [pedago-aris- tokratik] iddiayla bir arada bulunur.
Oğuz Atay: Bir anlam aramamalı Anlam kadar insanın hayatını zehir eden bir kavram yoktur.
Sartre: İnsan anlamsız bir tutkudur.
Camus: Anlamsız, anlamı olmayan demek değildir.
Pessoa: Anlamaktan yoruldum.
Godard: Nasıl oluyor da, her şey öykü sona erdiği zaman anlam kazanıyor.
Yalnızca nefis bir sosyoloji çalışmasından beklenen nitelikleri -ciddiyet, titizlik, temkinlilik, açıklayıcılık, "mistik" ve fetiş olanın ardındaki toplumsalı deşifre etmek- taşıması ile değil, aynı zamanda sosyoloji disiplininin şahsiyeti ve saygınlığı adına muazzam bir gayreti ve hizmetkarlığı göğüslemiş bir figürün aslî kaygılarının kökenlerine doğru iz sürmek adına da fevkalade ehemmiyet taşıyan temel bir eser. Müstakbel meslektaşlarımızın eğitimleri boyunca maruz kaldıkları şeylerin az çok farkında biri olarak, her şey bir tarafa, sosyoloji icrasını ancak ve ancak virtüöz icrasının kendisinde bulabileceklerini hatırlatmak zorundayım. Virtüözün performansı da bu performansı alımlayabilecekler içindir zaten. Dolayısıyla zahmeti göğüslemek gerektir.
Sosyolog Pierre Bourdieu ve Passeron'un eğitim sistemindeki eşitsizliği toplumsal kökene dayalı olarak ele aldığı bir kitap. Eşitsizliği kültürel boyutuyla ele alarak sosyal bilimlerde kendisinden hala söz ettiren üretken bir yazarın analizine dayanan kıymetli bir eser. Üniversitelerde talep edilen sermayenin üst sınıfın sermayeleri ile uyumlu olduğu ve bu durumun üst sınıftaki öğrenciler için bir avantaj, alt sınıfta olanlar için bir dezavantaj oluşturduğunu savunulmakta. Alt sınıftan öğrencilerin eğitimin üst basamaklarını tırmanırken üst sınıf öğrencilerine göre aşırı seçilmeye maruz kaldığını belirtmekte.