Aşkı sordun... Sana gerçek bir aşkın hafızama yazılıp silinmeyen hikâyesini anlatayım istersen...
Daha üç günlük evlilerken İstiklal Harbi'ne çağrılır damat ve elinin kınası solmadan ayrılık düşer gelinle damadın arasına. Doyuma ulaşmayan bir vuslatın yazgısı vardır onların ayrılıklarında...
İşte o zaman hazin hikâyesi başlar aşkın...
“Geri gel! Geri gel!” diye bağırdılar. “Seni Mordor’a götüreceğiz! “
“Geri gidin!” diye fısıldadı Frodo.
“Yüzük! Yüzük!” diye bağırdılar zehirli sesleriyle; liderleri derhal atım suya sürdü, diğerlerinden ikisi de hemen peşinden nehre girdiler.
“Elbereth ve Güzel Luthien adına,” dedi Frodo son bir gayretle kılıcım kaldırarak, “ne beni ne de
Ortaçağ’da mı, Büyük Bunalım sırasında mı, Nazizmin çizmeleri altında mı, Stalin’in kıyım makinesinin önünde mi daha acımasızdı? Belki hiçbirinde yaşamaya değişilmez bugünün dünyasında yaşamak. Ama şu paradoksla birlikte: Bugünün insanları da tarihin acımasızca kıydığı insanoğlunun torunları olarak, bireyliğini kazandığı mevzilerde hiçbir şey yitirmeden korunmaya çalışırken sürgün edilmekten acı duyuyor. İnsan daha geliştikçe, çok daha azını katlanmaz bulacaktır ki, insan da ancak böyle insanlaşır.
Aynı zamanda kendimi onun dünyasına daha fazla sokarsam, kendim için yarattıklarını kaybedeceğim bir yere, aklımı yitirmeden yoluma devam etmemi sağlayan acı gerçekliğe daha fazla tutunamayacağım bir yere sürüklenebileceğimizi de biliyordum.