Zaman içindeki bu yurtsuzlaşmanın yanında, bakışlarınız altında çürüyen evren manzarasının dışında hiçbir şeyin göze batmadığı o boş bitkin çöküntü halinin yanında, cehennem bile bir sığınaktır.
Sıkıntıyı hiç bilmeyen kişi, çağların doğuşundan önceki dünyanın çocukluğunda bulunmaktadır hâlâ; ahı gitmiş vahı kalmış kendi boyutlarına aldırmayan o yorgun zamana , kendi geleceğinin eşiğindeyken âniden bir yadsima lirizmi mertebesiyle çıkartılmış maddeyi de beraberinde sürükeyerek çöken zamana kapalı kalır.
“Belirgin bir dertten mustarip olan kişinin şikayet etmeye hakkı yoktur: Onun bir meşgalesi vardır. Ağır hastalar hiç sıkılmazlar: Hastalık içlerini doldurur, tıpkı büyük suçluları vicdan azabının beslemesi gibi.
Sıkıntı bize , zamanın aşımı değil de yıkımı olan bir ebediyeti ifşa eder ; bâtıl inanç noksanlığından çürümüş ruhların sonsuzudur o : Kendi düşüşlerinin peşinde olan şeylerin kendi etraflarında dönmelerine hiçbir şeyin engel olmadığı düz bir mutlak.
Hayat sayıklama içinde yaratılır ve sıkıntı içinde dağılır.
Sıkıntı, kendi kendine yarılan zamanın içimizdeki yankısıdır... boşluğun açığa çıkmasıdır, hayatı destekleyen -ya da icat eden- o sayıklamanın kurumasıdır...
"Gerçeklik aşırılıklarımızın, ölçüsüzlüklerimizin ve dengesizliklerimizin bir eseridir...azıcık istihza, kendimizi aldatmamıza ve yanılsamayı hayal etmemize imkan veren o gülünç görünüşlü ümitlerden arındırır."
Zaman boşluğunun önünde yürek boşluğu: karşı karşıya , birbirlerine yokluklarını yansıtan iki ayna , aynı hiçlik görüntüsü...
Hayalperest bir budalalığın etkisi altındaymış gibi , herşey aynı seviyeye gelir:
Artık doruklarda yoktur , uçurumlar da...
Sıkıntı, kendi kendine yarılan zamanın içimizdeki yankısıdır… Boşluğun açığa çıkmasıdır, hayatı destekleyen -ya da icat eden- o sayıklamamın kurumasıdır.