Necdet demin nefes nefese koşarken korktuğu âfetten uzaklaştığını sanıyordu. Halbuki o, bu âfeti bir od gibi sır tında taşımaktadır ve o koştukça bu od daha ziyade alevleniyor, her kıvılcımı bir ayrı ateş kesiliyor. Kaçan âşık bir tarafı tutuşup da telaşından koşmaya başlayan bir kazazedeyi ha tırlatmaz mı? Bu kazazede koştukça daha ziyade tutuşur, tu tuştukça daha ziyade koşar.
Yakup Kadri’nin Sodom ve Gomore romanında çok etkileyici bir bölüm vardır.
İstanbul’un işgal zamanlarında bir İngiliz subayı Pera’da travmaya biner.
Tramvayda, 1. Cihan Harbi'nde savaşta bacağını kaybetmiş ve harp sonrası terhis edilip sahipsiz bırakılmış bir Osmanlı askeri bulunmaktadır.
İngiliz subayı tramvay içinde yürürken Gazi’mizin koltuk değneğine takılır, koltuk değneği yere düşer ve İngiliz Subayı da hafifçe sendeler.
Vatman dönüp Gazi’ye çıkışır: “Şu değneğini düzgün bir yere koysana, subayı kızdıracaksın” der.
Gazi değneğini önüne alıp mahsun ve mahcup olarak kafasını tramvayın camına yaslar.
Duruma tanıklık eden başka bir yolcu ise yanındaki arkadaşına şunları söyler: “İşte ölmemiz gerektiği zaman ölmediğimiz için bunları yaşıyoruz”.